İlahi Neticeler

Ey kalbim! Bil ki: Acaba şöyle birinden daha ahmak, daha ebleh ve daha cahil birini görür mü­­sün? Bu kişi, mesela şeffaf bir zerrede güneşin timsalini veya bir çiçeğin bo­ya­sın­­da tecellisini görür, sonra da zerrede görülen güneşçikten ve çiçeğin renginden ve boyasından âlem tavanına asılmış sirac-ı vehhacın bütün levazımatını, hatta sey­yareleri cezbetmesini ve âleme merkez olmasını talep eder.

Sonra bu zerre ve çi­çekte gördüğü şey bir ârıza ile zevâl bulduğunda, -nazarının kısalığı ve inhisarı se­bebiyle-, gün ortasında güneşin vücudunu inkâra başlar. Hâlbuki pırıl pırıl gün ortasındaki diğer zerreler, bütün şebnemler, serpintiler, damlalar, kabarcık­­lar, havuzlar, denizler ve seyyareler o güneşe birer şahittir.

Sonra bu echel, kader tarafından çizilen ve her şeye kâbiliyetinin liyakatı mik­­tarınca tecelli ile meydana gelen zıllî vücudu, aslî vücudla iltibas eder. Öyle ki şeffaf bir zerrede güneşi gördüğünde “Güneşin azameti nerede? Onun hârika ha­­rareti nerede? Nasıl… nasıl?” şeklinde son derece eblehce sorular sorar.

Bazan da onun ateşinden bir parça almak veya eliyle o güneşe dokunmak ve­ya onun zâtına bir şekilde tesirde bulunmak ister. Şunu akıl edemiyor ki, gü­ne­­şin ona tesir edecek şekilde yakın olması, o kim­senin güneşi etkileyecek şekilde ya­kınlığını gerektirmez.

Sonra bu echel; küçük, hasis şeylerde acîb bir mükemmellik, dikkat çekici bir ih­­ti­mam, üstün bir san’at ve hârika bir hikmet görür. -Batıl bir kıyasla- onların Sâ­ni’inin bunların yapımında tekellüfte bulunduğunu, çokça uğraştığını zan­nedip şöyle der: “Mesela sineğin ne kıymeti var ki, bir Sâni’-i Hakîm tarafından ona böy­le mühim bir masraf edilsin?” So­nunda bu zavallı bir sofestaî olur çıkar.

Ey arkadaş! “En yüce mesel, Allah içindir.” (Nahl, 60) “Allah, her şeyin yara­tı­cı­sı­dır ve O, her şeye vekildir.” (Zümer, 62) Müşkilin halli için şu dört şeyi bilmen gerekir:

Birincisi: Zerrelerden güneşlere kadar her şey, Allahu Tealâyı kemâl-i ru­bu­bi­yetindeki sıfatlarıyla vasfeder, lâkin O’nun tecellisine mazhar olmakla O’nun va­sıflarıyla muttasıf olmaz.

İkincisi: Her şeyden Allahu Teâlâ’nın nuruna bir kapı açılır. Bir kapının açıl­ma­sıyla bütün kapıların açılması mümkün olsa bile, -kasır bir nazarla- bir ka­pı­nın kapanmasıyla, diğer hadsiz kapılar kapanmaz.

Üçüncüsü: İlm-i muhîtten inikâs eden kader; mutlak, nuranî olan esmanın feyz-i tecellisinden, her bir şey için ona layık bir hisse belirleyip çizmiştir.

“Bir şeyin olmasını murat etti­ğin­de sadece ‘ol’ der ve o şey olur.” (Yasin, 82)
“Sizin yaratılmanız ve yeniden di­ril­tilmeniz, ancak bir tek insanı ya­rat­mak ve diriltmek gibidir.” (Lokman, 28) Ama gaflet ile eşya kendi nefislerine veya imkân dâhilindeki sebeplere isnad edil­diğinde, bütün akıl sahiplerinin bu echel ve eblehin hükmünden neş’et eden mu­hâlleri kabul etmeleri gerekir.

İndirme Linkleri
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...