İlahi Rahmet ve İnsandaki Şefkat
Bil ki: Ey Ene!
- Başına sarılan ne kadar ilmî icad silsileleri,
- enaniyetine bitişik ne kadar şuurlu san’at satırları
- ve zatının muhtaç olduğu şeylerin elinden tutan ne kadar yardım ve icabet vesileleri varsa delâlet ederler ki, seni icad eden, seni san’atlı bir eser olarak yaratan ve senin yardımına koşan zât, senin ihtiyaçlarının feryat seslerini işitir, onlara şefkat eder ve hâcetlerinin nidalarını işitip yerine getirmekle kendini sana sevdirir. Ve ihtiyaç ve emellerinin eşkâlini görüp taahhüt etmesiyle kendini sana tanıtır.
Çünkü seni san’atlı bir eser olarak yaratan ve icad eden, bilmüşahede küçücük hücrelerinin ihtiyaç nidasına yardıma gelip onları veren bir Semi’-i Basir, nasıl olur da senin duana icabet etmez ve yardımına gelmez? Ey bu hücreciklerden meydana gelen ve “Ene” ile tabir edilen hüceyre-i kübra!
De ki: “Ya İlâhi, Ya Rabbi, Ya Hâlıkî, Ya Musavvirî, Ya Mâlikî, Ya Seyyidî, Ya Mevlâm. Mülk senindir, hamd de sana mahsustur. Ben müştemilatıyla beraber vedian, emanetin ve memlûkün olan bu cisimde bir misafirim.”
Ey ene! Mülkün olmayan bir şeye niçin mâlik olma iddiasında bulunursun? Bu batıl davadan vazgeç. Çünkü mâlikiyet davası seni elîm elemlere maruz bırakır. Mesela ruha zinet veren ve ona güzellik katanlardan biri olan şefkat duygusuna bak! Kendini mâlik tevehhüm etme durumunda, bu şefkat, ruha azap veren can sıkıcı bir âlete dönüşür.
Mesela küçük bir evi ve azıcık bir malı olan zayıf- fakir bir yetime binlerce katı kalbli insanın hücum ettiğini görsen, onun elemiyle nasıl elem duyarsın? Şayet böyle zulme maruz kalanların sayısı hadsiz derece artsa, sana akseden elemler de o nispette artar. Ama senden kaynaklanan bir kusur olmaksızın ve sultanın izniyle, o sultana ait bir askerin evini yanmış veya bineğini gasb edilmiş görsen, bu asker için fazla üzülmezsin.
Çünkü mal sultana aittir, böyle bir noksan ona zarar vermez. Asker de onu zayi etmekten fazla üzülmez. Çünkü o mal, o fakir neferin mülkü olmayıp zengin olan sultanındır. Sen, (o askere üzülmezsin), aksine sultanın hesabına ve onun rahmeti namına merhamet nazarıyla bakarsın. İşte Allah'ın mahlûkatına Allah'ın mahlûku olduğu cihetle şefkat etmek ne derece ziyade olursa, ruh da o ölçüde inbisat eder, genişlik duyar. Gafletten kaynaklanan ve mâlikiyet tevehhümüne bina edilen şefkatin artması nisbetinde ise ruh inkıbaz hâli yaşar, daralır, kalb o gamların karanlığıyla elem duyar.
Onun gibi, imanî ve tevhidî nazar; her canlıyı, mülkünde istediği gibi tasarruf eden bir sultanın gemisinde ücretle çalışan kaptan gibi görür. Bu nazar, karınca ve arı gibi küçük, fakir canlıları, hücum eden zalim sebeplerle boğuşur şekilde görmez. Aksine, karınca ve arıyı “kara gemisinde ve hava uçağında tasarruf eder bir şekilde görür ve bunların dizgini ve nasıyesi sonsuz kudret sahibi bir zâtın elinde olduğundan hücum eden sebepler onların nazarında küçülür” şeklinde değerlendirir. Bu durumda karınca ve keza arı, Mâlik-i hakîkiye dayanarak -ne kadar büyük de olsa- sebeplerle boğuşur, galip gelir.
Musibet zamanında “Biz Allaha aidiz ve O’na döneceğiz” (Bakara,156) denildiğinde, bunun manası şudur: Mal onundur, ben O’nun emrindeyim ve O’na gidiyorum. O malı korumada, -benden yana bir kusur olmadıktan sonra- dert etmem.
Onun hâli şuna benzer: Bir asker var, bazı insanlar onun elinde olan sultanın malına hücum ediyor. O asker diyor: “Ben ve benim yanımda olan bu şeyler sultana aittir ve ben ona gidiyorum. Eğer onun izniyle ise, buyurun alın.” Amma temellük nazarıyla bakılırsa, o şefkat gerçekten kalbi olanlara yakıcı bir ateşe dönüşür. Çünkü bütün canlılar, bahsi geçen yetim gibi olur ve kâinatta umumi bir matem görülür.