Narine sorulsa, Ne derdi acaba?
Narin kızımıza sorulsa, Ne Derdi acaba?
Kur’anda insan için iki tabir geçer;
Bunlardan birisi, وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ biz gerçekten insan oğluna şan, şeref ve ikramlar verdik (isra, 70)
İkincisi ise, اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًاۙ Şüphesiz insan çok zalim ve çok cahildir. (Ahzab, 72)
Bu ayetlerin ikisi de insandan bahseder ve tamamen birbirine de zıttır. Zıttır çünkü bu ayetlerin muhatabı olanlar da aynı zıtlığı ifade eden cennet ve cehennemi dolduracaklardır.
Bu insanlardan iyi olanlar dünyada şan, şeref, ikram ve izzete sahip olmayı Allah’tan diledikleri için o yolda yürüdüler ve sonunda bu güzel hareketleri için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve kalplerin bile hayal edemeyeceği cennete gireceklerdir.
İkinci tip insanlar ise zulmü, cahilliği, küfrü ve insanlığa yakışmayan her türlü kötülüğü iradeleriyle tercih ettikleri için hem dünyada rezillik hem de ahirette yine gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hayalinin bile edilemeyeceği bir cehenneme ve azaba düşeceklerdir.
Burası imtihan dünyası olduğu için, çoğu kez Allah yapılan zulüm ve kötülüklere izin vermekte ve cezayı da bu dünyada vermemektedir.
Şu kısa, fani dünya hayatında çekilen sıkıntıların ve acıların, mesela masum bir çocuğun yok yere gördüğü zulmün karşılığında; bu zulmün sonsuza dek sürecek cezasını da bu mağduriyetin mükafatını da bizzat Allah ödeyecektir. Ve belki de o masum yavrunun ve sevenlerinin çektiği geçici sıkıntılar yüzünden Allah’ın onlara sonsuz hayatta vereceği hediyeler, bizim ömür boyu kazanacağımız sevaplardan ve dolayısıyla alacağımız hediyelerden fazla olabilir.
Gerçek şudur ki, Allah yarattığı hiçbir mahlukun hakkını zayi etmez. Ve bir Müslümanın eline diken battığında, sırf canı yandığı için Allah’ın bunun ya günahına kefaret yahut sevap olarak hanesine işlediğini müjdeleyen hadisi de hatırlarsak; elbette Allah, bu dünya hayatında sıkıntı çekmesine müsaade ettiği kullarının kefaretini de kendisi ödeyecektir.
Allah'ın bu dünyada kötülüklere direkt engel olmaması ise, imtihan dünyasında olmamızdandır. Bu dünya bir imtihan salonudur ve yanlış yapana da doğru yapana da müsaade edilmiştir. Eğer yanlış yapanlara hemen müdahale olsaydı bu imtihan salonunun bir anlamı olmazdı.
Sevap işleyenlerin başına güller saçılsaydı ve günah işleyenlerin başına da dikenler atılsaydı, artık bu dünya bir imtihan salonu olmaktan çıkacaktı.
“Allah’a karşı hüsnü Zan ibadettir.” (Ebu Davud, Edeb, 81, h. no: 4993) hadisinden dersimizi tam alarak, bizi o gün öylece besleyen, büyüten ve her şeyimizi en güzel şekilde tanzim eden Rabbimizin rahmetine itimat etmeliyiz. Karşılaştığımız her olayı bir imtihan sorusu olarak değerlendirmeli ve nefsimizin hoşuna gitmeyen olaylarda da bir rahmet tecellisi aramalıyız.
Konuyla yakından ilgili bir âyet-i kerimenin meâli şöyledir: “Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız, halbuki o, hakkınızda bir hayırdır. Ve olur ki, bir şeyi seversiniz, halbuki hakkınızda o bir şerdir.” (Bakara, 2/216)
Şimdi Peygamber Efendimiz (a.s.m) zamanında yaşanan bir olayı ve neticesinde gerçekleşen bir mucizeyi anlatıp, can alıcı sorumuzu soralım:
Tabiinin büyüklerinden Hasan Basrî hazretleri haber veriyor ki: “Bir adam, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına gelerek ağlayıp sızladı. Dedi: “Benim küçük bir kızım vardı. Şu yakın derede öldü, oraya attım.” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona acıdı. Ona dedi: “Gel, oraya gideceğiz.” Gittiler. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o ölmüş kızı çağırdı, “Yâ fülâne!” dedi. Birden, o ölmüş kız لَبَّيْكَ وَسَعْدَيْكَ (Buyrun! Emredin) dedi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: “Tekrar peder ve validenin yanına gelmeyi arzu eder misin?” O dedi: “Yok, ben onlardan daha hayırlısını buldum.” : (19. Mektub, 15. İşaret; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1 : 320)
Şimdi bizler de Peygamberimiz gibi Narin kızımıza sorabilsek “Ey Narin tekrar anne ve babanın yanına gelmek ister misin? Ondan gelecek cevabın “Hayır, ben onlardan ve fıtratını ve insanlığını kaybetmiş siz insanlardan daha hayırlısını buldum” cümlesi olacağını duyar gibiyiz.