Nefisle Bir Hasbihal
Ey dünya ile mutmain olan, onunla sükûnet bulan! Bil ki: Dünyadaki hâlin şuna benzer: Biri var, bir saraydan aşağı düşüyor. O saray bir selde yuvarlanıyor. Bu sel, dağın zirvelerinden aşağı dökülüyor. Dağ ise bir deprem ile arzın derinliklerine doğru yuvarlanıyor.
Evet, hayat sarayı yıkılıyor. Ömür kuşu şimşek gibi geçiyor. Seni kabir yuvasına bırakması yakındır. Zaman seli akılları dehşete düşürecek şekilde sür’atle akıyor. Arz gemisi bulutlar gibi geçip gidiyor.
Sür’atle giden bir trende, yolun kenarındaki dikenli çiçeklere elini uzatan kişi, dikenler elini parçaladığında kendinden başkasını kınamasın. Binaenaleyh gözlerini, ellerini dünya çiçeğine uzatma. Çünkü firak elemlerinin dikenleri, visal hâlinde bile kalpleri parçalar. Firakta ne hâle getireceğini artık sen düşün!
Öyleyse ey kötülüğü isteyen nefs-i emmarem! Sen, dilediğine ibadet et ve dilediğini çağır. Ben ancak ve ancak; Beni yaratan, Güneş, ay, arz ve ağacı bana musahhar kılan zâta ibadet ederim. Keza, ancak ve ancak, kader muhîtinin fezasında yüzen ömür uçağına beni bindiren, yıldızlar arasında deveran ve tayeran eden feleği bana musahhar kılan, arzın tünellerinde ve hayat dağının altında kabir kapısı yolundan ebed’ül- abada doğru şimşek gibi geçen zaman trenine beni bindiren zâttan medet isterim.
Şimdi ben, dün ve yarın vagonlarının arasındaki bugünün vagonunda O’nun izni ve biletiyle oturuyorum. Ben ancak ve ancak
-Arz gemisini zahiren hareket ettiren çark-ı feleği durdurmaya,
-Ay ve güneşi cemedip zamanın hareketini sakin kılmaya,
-Vücud şahikalarından yuvarlanıp fena ve zevalin derin vadilerine doğru giden şu mütegayyir dünyaya, arzı başka bir arza tebdil ile sebat vermeye gücü yeten zâta dua eder, Ondan yardım isterim.
Çünkü her şeyle alâkadar emellerim ve maksatlarım vardır. Zamanın uğradığı, arzın gittiği, dünyanın kendisinden ayrıldığı her şeyde, emellerim takılıp kalıyor. Gökte ve yerde olan bütün salih kimselerin saâdetiyle alâkam ve lezzetim var.
Ben ancak
-Ruhumun derinliklerindeki en gizli ve en ince sesleri işiten,
-Kalbimin en ince meyillerine, beklentilerine cevap verebilen,
-Kıyameti koparıp, dünyayı ahirete tebdil ile insanlığa ebedi saâdet kapısı açan, böylece akıl ve hayalimin temennilerini gerçekleştirebilen zâta ibadet ederim.
Onun eli hem zerreye hem güneşe erişir. Bir zerre, gizlenip O’nun tasarrufundan kaçamaz, güneş büyüklüğüne güvenip O’nun kudretine nazlanamaz. O öyle bir zattır ki, O’nu tanıdığında elemlerin lezzetlere inkılâp eder. Ama Onu tanımazsan ulûm evhamı, hikmetler illetleri netice verir, hatta ta kendileri olur.
Evet, O’nun nuru olmazsa vücudlar ademlere, nurlar zulmetlere, canlılar ölülere, lezzetler ise elemlere ve günahlara inkılap eder. Dostlar, hatta her şey düşman olur. Evet, O’nun nuru olmazsa bekâ belâ olur, kemâl heba olur, ömür hevâ olur, hayat azap olur, akıl ikab olur, emeller elemlere inkılab eder.
Allaha intisap edenin her şey lehinde olur. O’na intisap etmeyenin ise, her şey aleyhinde olur. O’na intisap ise, her şeyi O’na bırakmak ve her şeyin O’nun malı olduğunu kat’î bilmekle olur.
O, iç içe ihtiyaç daireleriyle muhat bir şekilde seni yarattı. Yarıçapı elinin uzanabileceği bir mesafe olan en küçük dairede seni iktidar ve irade ile donattı. Bir kısmının vüs’ati ezel ve ebedi, arş ve ferşi içine alan diğer dairelerde ise, seni sadece dua ile techiz etti. Kur’an der: “De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkan, 77) Nasıl ki çocuk, eli yetişmediği şeylerde anne- babasına nida eder, abd dahi aciz kaldığı şeylerde Rabbine dua eder.