Tevhidin İki Bürhan-ı Muazzamı - İkinci Bölüm
Bu Furkan-ı Celîlüşşan, o tevhide nâtık burhan, bütün âyât sadık lisan, şuâât barika-i iman, beraber der ki: لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
Kulağı ger yapıştırsan şu Furkan’ın sinesine; derinden tâ derine, sarihan işitirsin, semâvî bir sadâ der ki:لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
O sestir gayeten ulvî, nihayet derece ciddî, hakikî pek samimî, hem nihayet mûnis ve mukni ve burhanla mücehhezdir. Mükerrer der ki: لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
Şu burhan-ı münevverde, cihât-ı sittesi şeffaf ki üstünde münakkâştır müzehher sikke-i i’câz içinde parlayan nur-u hidayet, der ki: لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
Evet, altında nesc olmuş mühefhef mantık ve burhan, sağında aklı istintak, mürefref her taraf, ezhan “Sadakte” der ki: لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
Yemîn olan şimalinde eder vicdanı istişhad. Emâmında hüsn-ü hayırdır, hedefinde saadettir. Onun miftahıdır her dem ki: لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
Emâm olan verâsında ona mesned semâvîdir ki vahy-i mahz-ı Rabbânî. Bu şeş cihet ziyadardır, burûcunda tecellîdar ki: لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ
Evet, vesvese-i sârık, bâvehim şüphe-i târık, ne haddi var ki o mârık girebilsin bu bârık kasra. Hem şârık ki sur sûreler şâhık, her kelime bir melek-i nâtık ki; لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ...
Yorumlar