ALLAH'IN ADALETİ, HİKMETİ, RUBUBİYETİ
"Sâni-i Zülcelâl her sene bir başka âlemi ona takıp gösteriyor. O taktığı âlemin içinde üç yüz altmış tarzda muntazam suretlerini tecdid ediyor, kemâl-i intizamla ve hikmetle değiştiriyor." (Sözler, Onuncu Söz, Birinci İşaret)
"Şu âlemde tasarruf eden Zât, nihayetsiz bir hikmetle iş görüyor. Ona burhan mı istersin? Her şeyde maslahat ve faidelere riayet etmesidir." (Sözler, Onuncu Söz, Üçüncü Hakikat)
"Her şeyin san’atında nihayet derecede intizam bulunması gösterir ki, nihayetsiz bir hikmetle iş görülüyor." (Sözler, Onuncu Söz, Üçüncü Hakikat)
"Her şeyin hilkatinde gayet derecede hüsn-ü san’at bulunması, nihayet derecede Hakîm bir Sâniin nakşı olduğunu gösterir." (Sözler, Onuncu Söz, Üçüncü Hakikat)
"Her şeye hassas mizanlarla, mahsus ölçülerle vücut vermek, suret giydirmek, yerli yerine koymak, nihayetsiz bir adalet ve mizan ile iş görüldüğünü gösterir." (Sözler, Onuncu Söz, Üçüncü Hakikat)
"Her hak sahibine istidadı nisbetinde hakkını vermek, yani vücudunun bütün levâzımâtını, bekàsının bütün cihâzâtını en münasip bir tarzda vermek, nihayetsiz bir adalet elini gösterir." (Sözler, Onuncu Söz, Üçüncü Hakikat)
"İstidat lisanıyla, ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla, ıztırar lisanıyla sual edilen ve istenilen herşeye daimî cevap vermek, nihayet derecede bir adl ve hikmeti gösteriyor." (Sözler, Onuncu Söz, Üçüncü Hakikat)
"Hakikî adalet ister ki, şu küçücük insan, şu küçüklüğü nisbetinde değil, belki cinayetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nisbetinde mükâfat ve mücazat görsün." (Sözler, Onuncu Söz, Üçüncü Hakikat)
"Muazzam bir rububiyet var, muhteşem bir saltanatla hükmediyor. Böyle bir saltanat-ı rububiyet, kendine lâyık bir raiyet ister ve şayeste bir mazhar ister." (Sözler, Onuncu Söz, Altıncı Hakikat)
"Baharı icad etmeyen, bir elmayı icad edemez. Zira o elma, o tezgâhta dokunuyor. Bir elmayı icad eden, bir baharı icad edebilir." (Sözler, Onuncu Söz, Yedinci Hakikat)
"Her şeyi yapamayan hiçbir şeyi yapamaz. Ve birtek şeyi halk eden her şeyi yapabilir. Hem eşyanın icadı birtek Zâta verilse, bütün eşya birtek şey gibi kolay olur ve suhulet peyda eder." (Sözler, Onuncu Söz, Yedinci Hakikat)
"Hayr-ı mutlaktan hayır gelir. Cemîl-i Mutlaktan güzellik gelir. Hakîm-i Mutlaktan abes bir şey gelmez." (Sözler, Onuncu Söz, Onuncu Hakikat)
"Evet, adalet iki şıktır. Biri müsbet, diğeri menfidir. Müsbet ise, hak sahibine hakkını vermektir. Şu kısım adalet, bu dünyada bedahet derecesinde ihatası vardır." (Sözler, Onuncu Söz, Onuncu Hakikat)
"Kavm-i Âd ve Semûd’dan tut, ta şu zamanın mütemerrid kavimlerine kadar gelen sille-i te’dip ve te’ziyâne-i tâzip, gayet âli bir adaletin hükümran olduğunu hads-i kat’î ile gösteriyor." (Sözler, Onuncu Söz, Onuncu Hakikat)
"En ednâ bir mahlûka rububiyet, bütün anâsırı kabza-i tasarrufunda tutana mahsustur. Ve en basit bir hayvanı tedbir ve tedvir etmek, bütün hayvânâtı, nebâtâtı, masnûâtı kabza-i rububiyetinde terbiye edene has olduğunu, kör olmayan görür." (Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Sekizinci Lem'a)
"Bütün yıldızlara sözünü geçiremeyen, birtek zerreye rububiyetini dinletemez." (Sözler, Otuz İkinci Söz, Birinci Mevkıf)
"Nihayetsiz bir hikmet sahibinden başka kimin haddi var ki, o hadsiz derecede harika olan şu idareye karışsın? Çünkü, şu birbiri içinde girift olan envâları, milletleri, umumunu birden idare ve terbiye edemeyen, onlardan birisine karışsa, elbette karıştıracak." (Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Üçüncü Pencere)
"Sen kendi cismine ve âzâlarına ve onlardaki eğri büğrü yerlerin meyvelerine ve faidelerine bak, kemâl-i hikmet içinde kemâl-i kudreti gör." (Sözler, Otuz Üçüncü Söz, On İkinci Pencere)
"Benim Rabbim Odur ki, hem hâtırât-ı kalbimi ıslah eder, hem cevv-i havayı bulutlarla bir saatte doldurup boşalttığı gibi dünyayı âhirete tebdil edip, Cenneti yapıp, kapısını bana açar." (Lem'alar, Yirmi Altıncı Lem'a, On Birinci Rica)
"İntizamla gayeleri ve hikmetleri ve faydaları takip etmek, ihtiyar ile irade ile kasıt ile meşiet ile olabilir, başka olamaz. İhtiyarsız, iradesiz, kasıtsız, şuursuz esbab ve tabiatın işi olmadığı gibi, müdahaleleri dahi olamaz." (Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Üçüncü Nükte)
"Hakîm-i Mutlakın kemâl-i hikmetine hadsiz abesiyet ve faydasızlığı ve o Rahîm-i Mutlakın cemâl-i rahmetine nihayetsiz çirkinliği ve o Âdil-i Mutlakın kemâl-i adaletine nihayetsiz zulmü vermek demektir." (Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Üçüncü Nükte)
"Kâinatta herkese görünen hikmet, rahmet, adaleti inkâr etmektir. Bu ise en acip bir muhaldir ki, hadsiz bâtıl şeyler, içinde bulunur." (Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Üçüncü Nükte)
"Sâni-i Zülcelâl, ism-i Hakîmin muktezasıyla, her şeyde en hafif sureti, en kısa yolu, en kolay tarzı, en faydalı şekli ehemmiyetle takip ettiği gösteriyor ki, israf, abesiyet, faydasızlık, fıtratta yoktur." (Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Üçüncü Nükte)
"İsraf ise, ism-i Hakîmin zıddı olduğu gibi, iktisat onun lâzımıdır ve düstur-u esasıdır." (Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Üçüncü Nükte)
"İsm-i Hakem ve Hakîmin cilve-i âzamı ile, âzamî derecede risalet-i Ahmediyeyi iktiza ediyor." (Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Üçüncü Nükte)
"Haşmet-i rububiyetin ve saltanat-ı ulûhiyetin cilveleri dahi, o dellâl-ı saltanat-ı rububiyet olan zât-ı Ahmediyenin risaletiyle bilinir, görünür, anlaşılır, tasdik edilir." (Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Üçüncü Nükte)
"Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selameti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz." (Mektubat, On Beşinci Mektup, İkinci Sual)
"Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir." (Mektubat, On Beşinci Mektup, İkinci Sual)
"Arzı ve bütün nücum ve şümusu tesbih taneleri gibi kaldıracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dâvâ-yı halk ve iddiayı icad edemez. Zira her şey her şeyle bağlıdır." (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri)
"Sivrisineğin gözünü halk eden, güneşi dahi o halk etmiştir." (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri)
"Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir." (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri)
"Adalet-i Kur’âniye âlem kapısında durup, ribâya “Yasaktır, girmeye hakkın yoktur” der. Beşer bu emri dinlemedi, büyük bir sille yedi. Daha müthişini yemeden dinlemeli." (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri)
"Adalet-i mahzâ-yı Kur’âniye, bir mâsumun hayatını ve kanını, hattâ umum beşer için de olsa heder etmez. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir." (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri)
"Cenâb-ı Hakkın günahkârları affetmesi fazldır, tâzip etmesi adldir." (Mesnevi-i Nuriye, Şu'le)
"Sirac tâbiri, Cenâb-ı Hakkın rububiyetinden doğan vüs’at-i rahmetine ve o rahmet içinde derece-i in’am ve ihsanına bir ihtar ve azamet-i saltanatı içinde vahdaniyetine bir ilândır." (Mesnevi-i Nuriye, On Dördüncü Reşha)
"Kur’ân’ın takip ettiği makasıd-ı esasiye ve anâsır-ı asliye, ubudiyetle tevhid, risalet, haşir, adalet olmak üzere dörttür. Diğer bahsettiği meseleler ancak bu maksatlara vesilelerdir." (Mesnevi-i Nuriye, On Dördüncü Reşha)
"Her şey her şeyle bağlıdır. Bir şey her şeysiz yapılmaz. Bir şeyi halk eden, her şeyi halk etmiştir." (Mesnevi-i Nuriye, Nokta)
"Umum kâinatta eserleri görünen şu adalet-i mutlakanın mâhiyeti ise, dirilmemek suretiyle o gaddar zâlimlerin ve meyus mazlumların vefat içindeki müsâvatlarına bütün bütün zıttır, kaldırmaz, müsaade etmez." (Şualar, Dokuzuncu Şua)
"Bütün yıldızları elinde tutmayan, birtek zerreye Rab olamaz." (Sözler, Otuz İkinci Söz, Birinci Mevkıf)
"Kâinattaki mevcudatın birbirine teâvünü, tecavübü, tesanüdü gösterir ki, umum mahlûkat birtek Mürebbînin terbiyesindedirler, birtek Müdebbirin idaresindedirler, birtek Mutasarrıfın taht-ı tasarrufundadırlar, birtek Seyyidin hizmetkârlarıdırlar." (Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Onuncu Pencere)
"Sıfat mevsufsuz olmadığından, elbette o hikmet-i âmme, bizzarure bir Hakîmi gösterir." (Sözler, Otuz Üçüncü Söz, On Altıncı Pencere)
"Kâinat içinde parmak karıştıran bir şerik bulunsa, en küçük bir çekirdekte de hissedar olmak lâzım gelir. Çünkü o, onun nümunesidir. O halde, koca kâinatta yerleşmeyen iki rububiyet bir çekirdekte, belki bir zerrede yerleşmek lâzım gelir." (Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Üçüncü Nükte)