HAYAT TABAKALARI
Allah'ın yeryüzünde yarattığı mahlukata baktığımızda, ne kadar çok sayıda ve değişik şekilde varlık yaratmış olduğunu, her birini ayrı bir şekil, ölçü ve biçimde yarattığını, her birinin yaratılış tarzı, yaşam şekli ve yerinin ne kadar farklı olduğunu görüyoruz. Suda yaşayan canlılar için bizim bulunduğumuz ortam öldürücü ve yaşanmaz bir yer, karada yaşayanlar içinse, su öyle. Ya toprağın metrelerce, hatta kilometrelerce altında yaşayanlara ne demeli!..
Demek ki Allah, her yaratığına uygun bir yaşam tarzı, mekanı ve ona göre cihazat vermiş. Öyleyse yerküre dışındaki diğer gezegenler, yıldızlar, güneşler ve galaksilerde, hatta uzay boşluğunda bile, oralara uygun bir vücut ve hayata sahip varlıklar olabilir ve olmalıdır.
Ancak hayatın da farklı tabakaları ve her tabakanın kendine mahsus hayatı vardır. Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri ayet ve hadisler ışığında bu hayat türlerini ve tabakalarını şöyle izah ediyor (mealen):
"Hayat tabakaları beştir:
"Birinci hayat tabakası: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyettir (sınırlıdır). Gerçekten de insan, hayvan ve bitki hayatları çok sınırlıdır. Doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler. Hayatları boyunca beslenmeye mecburdular. Kabiliyetleri ve duyuları sınırlıdır. Bitkiler gezip dolaşamaz, karada yaşayanlar uçamaz veya suda yaşayamazlar, suda yaşayanlar su dışında yaşayamazlar. Görme, işitme, dokunma, koku ve tad alma duyuları her canlı için farklı olmakla beraber neticede hepsi sınırlıdır. Örneğin, duvarın arkasını göremeyiz, belli frekansın altındaki veya üstündeki sesleri duyamayız, koku alma yeteneğimiz yine sınırlıdır."
"İkinci hayat tabakası: Hz. Hızır ve İlyas Aleyhisselamın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeri ihtiyaçlarla sınırlı değildirler. Bazen istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değildirler. Bazen de, nurani bir varlık olup, farklı bir hayat tabakasında melekler ve/veya cinler gibi hayat sürerler."
Kur'an-ı Kerim Kehf Suresinde, Hızır Aleyhisselam'ın ismi zikredilmeden Hz. Musa (A.S.) ile olan macerası anlatılır. Yine Hz. İlyas (A.S.) ise bazı yerde "İlyas", bazı yerde ise "İlyasin" ismiyle zikredilir. Ayrıca pek çok kaynaktan nakledilen sahih hadislerde de, Hz. Hızır ve Hz. İlyas'tan bahsedilir. Dünyamızda olan biten her şeyi beş duyu organımızla algılama ve anlamaya alışmış ve şartlanmış olan bizler, farklı bir hayat tabakası ve yaşam biçimini anlamakta zorlanıyoruz. Bu nedenle bazı mühim ulema bile Hz. Hızır ile Hz. İlyas'ın varlığını kabul etmekle birlikte, bir dönem yaşamış ve ölmüş birer peygamber veya büyük bir veli olduğunu beyan etmişlerdir.
Fakat gerek sahih hadisler, gerekse ehli şuhud ve keşif olan bir çok büyük alim ve evliyanın Hazreti Hızır ile olan maceraları, Hazreti Hızır Aleyhisselamın hayatta olduğunu ispat eder. Hazreti Hızır'ın görülmesine ilişkin hadiseler pek çoktur.
"Üçüncü hayat tabakası: Hazreti İdris ve Hazreti İsa Aleyhimesselamın hayat tabakalarıdır ki, beşeri ihtiyaç ve zaruretlerden tamamen sıyrılmış ve melek gibi nurani bir hayat sürmektedirler. Ancak meleklerin belli bir vücut kalıpları ve şekilleri olmamasına rağmen, Hz. İdris ve Hz. İsa (A.S), dünyadaki bedenlerine benzer nurani bir vücutla semavattaki makamlarında bulunurlar."
Hz. İsâ Kur'ân-ı Kerîm'de İsâ, İbn Meryem ve Mesîh şeklinde zikredilen, kendisine İncil'in verildiği, Hz. Muhammed'i müjdelediği bildirilen, "Allah'tan bir ruh ve kelime" olarak tavsif edilen, ancak kul olduğu vurgulanan peygamberdir. Hıristiyanlık'ta ise İsâ Mesîh Tanrı'nın oğlu, dolayısıyla tanrı kabul edilmektedir.
İsâ, gerek Hıristiyanlık'ta gerek İslâm'da, hem İsâ hem de Mesîh olarak adlandırılmaktadır.
"Allah elçisi Meryem oğlu İsâ'yı öldürdük demeleri yüzünden onları lanetledik. Halbuki onu ne öldürdüler ne de astılar, fakat öldürdükleri onlara îsâ gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedir; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir sağlam bilgileri yoktur. Kesin olarak onu öldürmediler, bilâkis Allah onu kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir."(Nisa, 4/157)
Hz. İsa'nın Allah Katında diri olduğu ve ahir zamanda yeryüzüne yeniden gelecek olması hadislerde detaylı olarak yer almaktadır. En büyük ve güvenilir hadis kaynakları olarak kabul edilen Kütüb-i Sitte'de, İmam Maliki'nin Muvatta'sında, İbn Huzeyme ve İbn Hibban'ın Sahih'lerinde, İbn Hanbel ve Tayalisi'nin Müsned'lerinde Hz. İsa ile ilgili hadisler bulunmaktadır. Ayrıca pek çok İslam alimi, Hz. İsa'nın ölmediği ve yeryüzüne yeniden geleceğine dair araştırma ve incelemeler yapmışlar, bu konuda kaynak eser konumunda olan çeşitli kitap ve risaleler hazırlamışlardır.
"Dördüncü tabaka-i hayat: Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur’ân’la, şühedanın, ehl i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır."
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayın.”(Âl-i imrân, 3/169)
“Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.” (Bakara, 2/154)
"Onlar fâni hayatı terk ederek ebedi bir hayata ermişlerdir. Kendilerine tahsis edilen yüksek makamlarda merzuk olmaktadırlar. Yerler, içerler, gezerler, dünyadaki hayatın kat kat fevkinde gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akla hayale gelmedik bir hayat yaşarlar. Tasavvur buyurun ki Allah-u Teâlâ onlara nasıl bir hayat bahşetmiştir."
"Evet, şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarik-i hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz zahmetsiz bir hayatı, âlem-i berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar. Yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar, kemâl-i saadetle mütelezziz oluyorlar, ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir; fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez."
"Nasıl ki, iki adam bir rüyada cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rüyada olduğunu bilir; aldığı keyif ve lezzet pek noksandır. 'Ben uyansam şu lezzet kaçacak.' diye düşünür. Diğeri rüyada olduğunu bilmiyor; hakikî lezzet ile hakikî saadete mazhar olur. İşte, âlem-i berzahtaki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadeleri öyle farklıdır. Hadsiz vakıatla ve rivayatla, şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sabit ve kat’îdir. Hattâ, Seyyidü’ş-Şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahu Anh, mükerrer vakıatla, kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve ispat edilmiş."
"Hattâ, ben kendim, Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rüya-yı sadıkada, tahte’l-arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O beni ölmüş biliyormuş; benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor. Fakat Rus’un istilâsından çekindiği için, yeraltında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz’î rüya, bazı şerâit ve emâratla, geçen hakikate bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir."
"Beşinci tabaka-i hayat: Ehl-i kuburun hayat-ı ruhanîleridir. Evet, mevt, tebdil i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, vazifeden terhistir; idam ve adem ve fenâ değildir. Hadsiz vakıatla ervâh-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri ve sair ehl-i kuburun yakazaten ve menâmen bizlerle münasebetleri ve vakıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delâil, o tabaka-i hayatı tenvir ve ispat eder."(1)
Bedenler genellikle çürüyüp toprak olduğu ve ruhlar baki kaldığı için "ruhlar alemi" de denilen ölümden sonraki hayat, gaybi konulardandır. Hayatta olan insan ile berzah alemine göçmüş olan kişi ayrı ayrı alemlerdedir. Berzah alemindekilerin de kendilerine göre bir hayatı vardır, lezzetleri, elemleri, ferah ve sevinçleri hisseder. Fakat henüz madde aleminde bulunanlar ruhun bedenden sonraki hayatını ve orada kişinin neler hissettiğini, nelerle karşılaşacağını normal duyularıyla hissedip bilemez. Bu hususu, ancak ilahi gerçeklere vakıf olan Peygamberimiz (asm)'den öğreniriz.
Mümin ruhların berzah aleminde birbirleriyle görüştüklerini Peygamberimiz (asm)'in hadislerinden anlamaktayız. Ayrıca ölülerin hayattakilerden haber aldıkları ve kabirlerinin başına giden kimseleri gördükleri yine rivayetlerde vardır. Onlar için yapılan dua ve manevi hediyelerin kimlerden geldiğini bilebilirler.
Mümin ruhlar nimet içinde oldukları için ve ruhları serbest oldukları için serbest dolaşabilirler. Ancak kafirlerin ruhları ve günahları fazla olan müminlerin ruhları azabla meşguldurlar.
(1) bk. Mektubat, Birinci Mektub.
Mehmet Fahrettin HEKİMOĞLU