Manevi Bir Doktorun Çağımız Hastalıklarına Reçetesi: Hutbe-i Şamiye

Bu tebliğde, Said Nursi'nin Hutbe-i Şamiye'sinde zikrettiği ana temaları sunmaya ve hutbenin içeriğindeki dini düşünceleri tahlil etmeye çabalayacağım. Konumuz olan Hutbe, ilk olarak 1911 yılında Şam'da bulunan Cami-i Emevi'de irad edilmiştir. 10.000'e yakın insanın camiyi ağzına kadar doldurduğu söylenmektedir. Bugün için, aradan 90 sene geçmiş olmasına rağmen, hutbe sık sık basılmakta ve okunup araştırmalara konu olmaktadır. Said Nursi'nin Müslüman toplulukları analizi ve onun manevi yaklaşımları net bir şekilde geçen yüzyıldaki Müslümanların ihtiyaçlarına hitap etmettedir. Benim düşüncelerim batılı bir Hristiyanın kanaatlerini yansıtmaktadır ve dinlerarası diyaloğa katkı yapabirlir şeklinde yorumlanmalıdır.

Başlangıç için iki soru;

Hutbenin içeriğini tahlil etmeye başlamadan önce; ilim adamlarına ilginç iki sorunun yöneltilmesi gerekmektedir. Tarihçiler metin sorunu ile ilgileneceklerdir. Hutbe ilk defa Arapça olarak irad edilmiş ve akabinde aynı dilde iki defa basılmıştır. Diğer bir Arapça baskısı 1922 yılında yapılmıştır. Daha sonra, Said Nursi 1950'lerde hutbeyi kendisi tercüme etmiş ve böylelikle, talebelerinin mevcut dünya meselelerine ilişkin sormuş olduğu sorulara cevap mahiyetindeki görüşlerini de ilave etme imkanı bulmuştur. Çalışmalarıma esas aldığım metin, Said Nursi'nin genişletilmiş Türkçe metninin İngilizce tercümesidir.

20.yüzyılın başlarında Osmanlının dağılma döneminde irad edilen Hutbe, müteakip çalkantılı yıllarda inananların imani meselelerine de birtakım işaretlerde bulunmaktadır. Hutbe'nin Türkçeye tercüme edilmiş baskısı, 40 yıl sonra yapılmış ve Dünya tarihindeki gelişmeler, yeni Türk Devletinin doğuşu , ağır yıkımlarla neticelenen iki dünya savaşı, Sovyetler Birliği'nde yükselen komunizmin vücut bulması, barbar Nazi ve Faşist ideolojilerin insanlığı tehdit etmesi ve aynı zamanda Said Nursi'nin tercümesi ile eş zamanda gelişen; komunizmin Doğu Avrupa'da yayılması, Çinde'ki Mao devrimi, sömürge sonrası Arap, Asya ve Afrika milletlerinin ortaya çıkması gibi hadiselerinin ışığında yazarın orijinal metne iişkin ilave yorumlarını içermiştir.

Şu anda yeni bir yüzyılın başında, Hutbe-i Şamiyenin Türkçe yayınlanmasından 40 yıl sonra, jeopoitik alanda hemem hemen benzer oldukça önemli değişimler görülmektedir. Sovyet tecrübesi, Sovyetler Birliği'nin bölünmesiyle neticelendi ve aynı zamanda Çin de piyasa ekonomisine yönelmiş durumdadır. Türkiye'nin olduğu gibi Sovyet uydusu Doğu Bloku ülkeleri de Avrupa Birliği'ne girmek için sıraya girmiş durumdadırlar. Diğer taraftan, sömürgecilik sonrasında Afrika ve Asya'daki pekçok devlet, ekonominin globalleşmesi sonrası problemlerle mücadele etmektedirler.

"Günümüz okuyucusunun kaçınılmaz olarak sorduğu soru; hemem hemen bir yüzyıllık bir çalkantılı dönemden sonra Hutbe-i Şamiye'nin inananlar için herhangi bir mana ifade edip etmediğidir?"

Din alimlerinin sorması gereken bir diğer soru da: Hutbe-i Şamiye Müslüman bir alim tarafından bir Cuma hutbesinde inanan Müslümanlara irad edilmiştir. Benim burada izah etmeye çalışacağım hususlar Hristiyanlıkla alakalı husulardır. Hristiyanlık ve İslam, Musevilikle birlikte ortak atamız olarak Hz. İbrahime dayanmaktadır. Hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar tek Allaha inanmakta ve her işlerinde onun rızasını talep etmektedirler. Diğer taraftan her iki kesim de herzaman için Allahın kendisine inananlardan istemiş olduğu tarzda sevgiyle ve saygıyla birbirlerine muamele etmemişlerdir. Her iki tarafta da hatalar işlenmiş ve bazı kesimlerin birbirlerine karşı fiil ve tutumları da cinayet boyutuna ulaşmıştır. Olması gereken, imandan kaynaklanan ortak hususların aksine, tarihin sevgi ve muhabbetten ziyade karsılıklı düşmanlıkların varlığına şahitlik ettiğini söylemek mümkündür. Buradan hareketle ikinci soruyu yöneltebiliriz.

"Said Nursi'nin Hutbe-i Şamiye'de Hristiyanlara hitabeden söylediği hususlar var mıdır? Onun hitabı sadece Müslümanlara mıdır? Yoksa hutbede tek Allaha inandığını söyleyen herkesle alakı mesajlar bulmak mümkün müdür?"

Hutbe-i Şamiye'nin Yapısı

Bu iki önemli ve öncelikli soruyu aklımızda tutarak, gelin dikkatlerimizi Hutbe-i Şamiye'ye çevirelim. Bu hutbenin yapısı oldukça basittir. Allah'a hamd ve sena'dan sonra, Said Nursi, İnananlar için oldukça ızdırap verici olarak gördüğü soruyu şöyle ifade etmektedir; Allahın emretmiş olduğu dini prensiplere itaat etmeyen inançsız kesimler maddi manada hızlı bir şekilde ilerlemekte iken dini inançları kuvvetli olan kesimler neden durgunluk yaşamakta ve hatta fakirlikle büyük mücadeleler vermektedirler? Said Nursi'nin inanan bir insan gözüyle asıl sorguladığı husus;

"Yirminci Yüzyılın başında, Feuerbach, Comte, Marks ve Nietzsche gibi felsefecilerin dine karşı yönelttikleri eleştirileri ile İtalyan risorgimento,Meksika ve Rusya'daki devrimler ve aynı zamanda bazı Avrupa ülkelerindeki liberal partilerin politikalarıyla somutlaştırılan; din eski dönemlerde insanların ağırbaşlı olmasına yarayan bir hususiyet olmasına rağmen, günümüz dünyası için insanlığın gelişmesine ve milliyetlerin oluşmasına engel bir uyuşturucudan başka bir şey değildir."

formülasyonudur.

Said Nursi, din hakkındaki bu eleştiriye baştan basitçe kınama vs. yaklaşlarda bulunmamaktadır. Bunun da ötesinde yapılan bazı teşhis ve tesbitlerin haklı olduğunu düşünmektedir. Asıl suçlanması gereken birileri varsa, kendilerini bu tür neticelere götüren tesirlere tepkisiz kalmaları dolayısıyla Müslüman toplulukların ta kendileridir. Said Nursi'nin tesbiti ve vurgusu; eğer inananlar, gelecek yıllarda insanlığın gelişmesine katkıda bulunacaklarsa bünyelerine nüfuz etmiş altı "dehşetli hastalıkla " mücadele etmelidirler. İnananların düştükleri hatalara dikkat çekerken, aynı zamanda eleştiri sahiplerinin Allahı yok sayan materyalist çözüm önerilerini de insanlığı daha büyük felaketlere sürükleyeceği öngörüsüyle reddetmektedir.

Hutbenin geri kalan kısmı, bu ana soruya cevap bulma ve dindar insanları müteessir ettiğini düşündüğü altı temel hastalığı tedaviye yöneliktir. Said Nursi bunu, dini toplumların muzdarip olduğu ruhsal hastalıklara tedavi mahiyetinde altı söz halinde açıklamaktadır. Birileri, Said Nursi'nin metodunu bir doktorun hastalıklara yaklaşımı olarak ifade edebilirler. Bunlar;

1) bazı belirtileri inceleyerek neyin yanlış gittiğini bulmaya çalışmak,
2) hastalığı teşhis ederek adını koymak,
3) hastayı, hastalığın çaresi olduğu yönünde bilgilendirerek tedaviye teşvik etmek,
4) şifa bulmak için gerekli reçeteyi vermektir.

Şimdi gelin, Said Nursi'nin çağın bu hastalıklarını tedavi etmek için manevi bir doktor sıfatıyla nasıl hareket ettiğini altı sözde görelim;

1. Hastalık, "ümitsizlik-yeis", çaresi; "ümitvar olmak"

Müslüman toplumların karşıkarşıya kaldıkları birinci hastalık "ümitsizliktir". Diğerlerinin gerçekleştirmiş oldukları maddi terakkiye ve kendilerinin geri kalmışlığına bakarak inanalar, geleceğin güç, zenginlik ve dünyaya hakim olma enerjisine sahip ve aynı zamanda Alahın varlığını hiçe sayan materyalist yaklaşımlarda bulunanların olacağı düşüncesiyle Allah'ın kendilerini terk ettiği ümitsizliğine kapılmaktadırlar. Bu ruh hastalığına çare mahiyetinde Said Nursi reçete olarak "ümitvar olamyı" önermektedir. Ümitvar olmak için yeteri kadar sebep vardır. Sadece Allah'ın "istikbal İslamın olacak" ve "Hakim , Hakaik-i Kur'aniye ve imaniye olacak" vaadi değil, aynı zamanda ümitvar olmak için bazı somut esasların İslam tarihinden bulunabileceği gibi, mevcut durumların analizi de ümitvar olmaya yeter sebeptir. Eğer Müslümanlar tarihlerine şöyle bir dönüp bakarlarsa göreceklerdir ki Müslümanlar İslamın gerçeklerine uydukları en yüksek derecelerde medeniyet açısından hep yükselişte olmuşlardır. Tam aksine İslamdan uzaklaştıkları oranda da herzaman yabancılaşmış, felaketler ve yıkımlarla karşı karşıya kalmışlardır.

Ümitvar olmak için diğer bir prensip de insan psikolojisinde mevcuttur. Hem bireyler hem de toplumlar dinsiz bir şekilde başarılı ve mutlu olamazlar. Kriz zamanlarında, en dinsiz sayılan birisi dahi çareyi dine yönelmekte bulacaktır. Benzer şeklilde, toplumlar da dini referans almadan maddeten teraki edebilirler fakat; böyle yapmakla sürekli bir rekabet ortamında yaşamakta, hırs ve açgözlülükle mücadele kendilerini bunaltarak netice itibariyle başarı ve kazanımlarını da tahrip etmektedir. Böylelikle dinin 20. yüzyılda gerileme halinde olduğu görülmekle birlikte, nihayi olarak insanın Allah'a olan ihtiyacının, materyalist düşünce ve yaklaşımların ötesinde, bir gerçek olduğu da kabul edilmelidir. Ümitvar olmak için diğer bir işaret de eğitim kalitesinin artışında bulunabilir. Öyleki eğitimle, insanlar liderlerini körükörüne takip etmenin ötesine geçerek varlıklarının sebep ve hikmetini düşünmeye başlamakta ve dini inanışın yaratılışla ilgili gerçeklerini daha iyi anlamakta ve değerlendirebilmektedirler.

Said Nursi, Islam toplumlarını maddi terakkiye ulaştırmak için gerekli "ümit" için de temeller olduğunu görmektedir. İnançta hiçbir insani idolojinin ikame edemeyeceği bir kuvvetmevcuttur. Değerler, Allah'a imanda kökleşmiştir. Insanın değerinin takdir edilmesi, Allahın "hayırda yarışınız" emrini takip etmekte gösterilen samimiyet ile sağlanan kuvvet, şefkatve merhametle dengelenen cesaret, kısa vadeli kazançları gözardı eden faziletli bir görüş, baskıcı olmayan ve baskıcı olanlara da müsamaha göstermeyen bir adalet duygusu, daha insani, daha adil, daha medeni ve daha da zengin bir gelecek için ümitvar olmayı gerektiren kuvvetli unsurlar olarak sayılabilir. Eğer ümitsizlik meyveleri olarak kayıtsız kalma, keder, tembellik ve hor görme olarak sayılırsa; ümit, insanları Allah'ın insanları yaratılış gayesine uygun bir biçimde davranmaları hususunda mükemmelliğe götürür. Günah ile hayırve iyiliğin savaşı eşit şartlarda geçen bir mücadele değildir. Allah'ın yaratması itibariyle fenalık, çirkinlik ve abesle iştigal ; doğrulukla elde edilen kuvvet, güzellik ve iyilik yanındaikincil dererecede olup ehemiyetli değildir. Allah'ın yaratmasından gaye; iyilik, güzellik ve mükemmelliktir. Inananlar, Allahın insanlığı bu amaçlara yönlendirdiği hususunda ümitvarolmaya hakları vardır. Bu birinci hastalık üzerine bukadar ısrarla eğilmemin sebebi Said Nursi'nin hutbesinde diğer hastalıklara ayırdığı yerin toplamından ziyade ümitsislik ve ümitvar olma üzerinde durmasındandır. Onun için oldukça net olan bir husus; günümüz Müslümanını en cok tesir altında bırakan hastalık; "ümitsizlik"tir ve buna çare olarak önerilebilecek en önemli ilaç da "ümitvar olmak"tır.

Said Nursi İslamdan bahsediyor ve hutbesinde hitab ettiği kesim de Müslümanlardır. Buna rağmen, bir Hristiyan olarak ben onun yapmış olduğu tahlil ve tesbitleriyle, durumu teşhisiyle zamanımızın manevi hastalıklarına önerdiği reçeteleriyle görüş birliği içindeyim. Hristiyanlar da ümitsilik haricinde başka bir manevi hastalığın daha derinden bizlerin düşüncelerini Allah'ın merhametine kapatmayacağı hususunda mutabıktırlar. Ümitsizlik; gücü, rahmeti, bizlerin zayıflıklarımız üzerinden gelebilmemiz için Allah'ın göstermiş olduğu merhametini ve toplum içinde olmamız gerektiğini istediği şekilde bizleri insan olarak yaratması gibi hususları sorguladığı için kendi içinde inançsızlığın bir başka şeklidir. Hristiyanlar, Allah'ın insana vermiş olduğu mükafatların en büyüklerinin; iman, ümit ve sevgi olduğu görüşündedirler.

Ümit öyle bir mükafattır ki; bizi oldukça büyük karanlık ve başarısızlıklarda, günaha girdiğimiz durumlarda tövbe ederek Allah'ın merhametine sığınmaya sevkeder ve ilham vererek maddi manevi enerjimizi harekete geçirmekte ve Allah rızazını arayış yönünde kabiliyetlerimize bakıldığında üzerinden gelinmesi mümkün görülmeyen hususlarda önümüzdeki engelleri aşarak başarıya ulaşmamızı sağlamaktadır. Buradan hareketle, Said Nursi'yi takip ederek Müslüman ve Hristiyanların günüz dünyasına sunabilecekleri imanın büyük bir meyvesi "ümitvar olmak"tır sonucuna varmaktayım. Bu ümit; Allah'ın varlığında kök bulmuştur ve günümüz dünyasının gerçeklerine olan yansımalarıyla da hem tasdik hem de teyid edilmiştir.

2. Hastalık "Hilekarlık"- tedavisi; "dürüstlük"

Said Nursi'nin hutbesinde çağın ikinci hastalığı olarak bahsettiği husus sosyal ve politik hayatda dürüslük ve doğrulukta görülen eksiklitir. Doğruluk ve dürüstlük, İslam toplumunun temelini oluşturmalıdır. Öyleki olması gerekenlerin aksine, bu toplumları zayıflatan ve güçsüz bırakan aksi hususlar bugün toplumda görülmektedir. Doğruluğun eksik oluşu basitçe yalan söylemek olarak algılanmamalıdır. Bu durum bunun da ötesinde pekçok şekle bürünmektedir. İkiyüzlülük, dürüst olmamanın bir şeklidir ve genelde söylenen şeyin aksine özelde onun tam zıddını yapmaktır. Aldatma ve hilekarlık, gerçeklerle oynamaktır, gerçekleri tahrip eder ve yarı doğruları doğruymuş gibi yüceltir. Düzenbazlık, her ikisine de dost görünerekten tarafları birbiriyle karşı karşıya getirir. Bühtan ve iftira dürüst olmamanın tahribkar bir şeklidir ve sadece başkalarına zarar vermemekte aynı zamanda toplumdaki dayanışmayı da tahrip etmektedir. Dini liderleri de hilekarlık noktasında vermiş oldukları şahsi fetvalar dolayısıyla istisna addedemeyiz. Politikacılar, politik propaganda kampanyalarında, güç kazanmak kendi gayelerine ulaşmak adına bulundukları mevkileri kullanarak, dürüst bir imaj çizmeye çalışmalarına rağmen dürüstlükle bağdaşmayan davranışlar sergilemektedirler.

Doğru olmama illetine çare olarak Said Nursi, toplum hayatında dürüstlüğü ve şeffaflığı reçete olarak sunmaktadır. Müslüman topluluklar, doğruluk, dürüstlük ve sorumluluklarının gerektirdiği prensipleri kendilerine şiar edinmedikleri müddetçe günümüz dünyasında yalana ve bozulmalarla toplum hayatına geçerli altenatifler sunmaları mümkün değildir. Orijinal hutbenin Türkçe tercümesinde, Said Nursi bu prensibin hutbenin ilk irad edildiği zamanki şekliyle 1950 lerde de geçerli olduğuna işaret etmektedir. Ey bu Cami-i Emevi'de bu dersi dinleyen kardeşlerim ! Ey 40- 50 sene sonra alem-i İslam camiini dolduran inananlar, kurtuluş ancak doğruluk ve dürüstlük vasıtasıyla olacaktır. Kurtuluşa ermede en sağlam zincir dürüstlüktür.

3. Hastalık "Husumet-Düşmanlık" çaresi "Sevgi"

İslam dünyasının zayıf kalmasına neden olan üçüncü sebep husumet ve düşmanlıktır. 20. yüzyılda meydana gelen iki dünya savaşı ve yeryüzünde sayılamayacak kadar bölgesel savaş, ayaklanmalar vs. düşmanlığın nekadar kötü, tahripkar ve korku veren bir durum olduğun gerçek yüzünü göstermiştir. Düşmanlığın ve nefretin kökeni insanın kendi kendine tapınmasında ve kibrinde yatmaktadır. Bu kötü hasletler, farkında olmaksızın başkalarına karşı gayrı adil bir düşmanlığa sebebiyet vermektedir. Düşmanlık; inananlar arasında bile, kendisini olduğundan başka gösterme kurnazlığına kaçarak yanlışlıklara müdahele etmemek ve samimane olmayan arkadaşlıklar şeklinde kendini gösterebilir. Insanlar genellikle kötülüklerin düşmanlığa zemin hazırladığını düşünürler fakat Said Nursi, "düşmanlarımızın seyyiatı -tecavüz olmamak şartıyla-adavetinizi celp etmesin. Cehennem ve azab-ı İlahi kafidir onlara " düsturunu öğretmektedir.

Başkalarını düşmanı görme gibi tahripkar bir hastalığa Said Nursi'nin reçetesi "sevgi"dir. "muhabbete en layık şey muhabbettir, ve "husumete en layık sıfat husumettir". Yani hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete layıktır. Ve hayat-ı içmimaiye-i beşeriyeyi zir ü zeber eden düşmanlık ve adavet , herşeyden ziyade nefrete ve adavete ve ondan çekilmeye müstahak ve çirkin ve muzır bir sıfattır."

4. Hastalık : "bölünmüşlük", çaresi " birliktelik"

Said Nursi'nin İslam toplumlarında tesbit ettiği 4. hastalık bölünmüşlüktür. Etnik ayrılıklar, dil problemleri ve birtakım gerilimler dünya çapındaki İslam ümmetini bölmüştür. Belli bir ülkede bile değişik etnik unsurlar ve dil farklılıkları Müslümanları zayıflatmak için tahripkar faktörler olabilmektedir. Said Nursi bu meseleyi elealırken gerçek durumlarla karşı karşıyaydı. 1911 yılında hutbesini irad ettiği Şam, ozaman için Osmanlılın huzursuz bir bölgesiydi. Suriye on yıl içinde Fransız güdümüne girecekti. Said Nursi hutbesini 40 yıl sonra Türkçe'ye tercüme ettiğinde Suriye ve Arap komşuları bağımsız devletler olarak ortaya çıkmaktaydı. Said Nursi'nin mücadelesi; Müslümanların etnik ve dil ayrılıkları yüzünden kendi milletlerinin birlikteliğini zayıflatmaya müsaade etmemeleri ve aynı zamanda Müslümanlar arasındaki ilişkilerde de bu tür etnik ve dil farklılıkları gibi hususların belirleyici olmaması gerektiğidir.

Bölünmüşlüğe çare olarak Said Nursi, "İslam ümmetinin birlikteliği" ni önermektedir. " İslam Ümmeti için birliktelik zamanı gelmiş ve geçmektedir. Dinleyicilerine hitaben; "Bunun için gerekli olan başkalarının kusur ve hatalarını araştırmamaktır. " Cami-i Emevi'deki din kardeşlerine seslenerek, İslam kardeşliği ve birlikteliğini sağlamak için inananların kendi ellerinden birşey gelmediğini söylemeye hakları yoktur. Böyle bir özür geçerli değildir. Bunu ancak tembellik ve nemelazımcılıkla açıklamak mümkündür. Müslüman liderlere ve din alimlerine hitaben Müslümanlar arasındaki din bağlarını yeniden inşa edip kuvvetlendirmek için elele birlikte çalışmayı tavsiye ediyor. Yeni bağımsızlığını kazanan devletlere seslenerek Amerika Birleşik Devletleri modelini kendilerine örnek almalarını ve kısa sürede birlik içinde çalışarak başarıyı yakalamalarını ve milletlerini eski şan ve şöhretlerine ulaştırmalarını tavsiye ediyor.

5. Hastalık" istibdat", çare "İslami değerler"

Said Nursi sömürgeci güçlerin Müslüman bölgelerden neleri götürdüğünün farkındadır. Yabancılar sistematik bir şekilde çürük bir bedel karşılığında Müslüman bölgelerin kıymetli maden ve mallarını sömürmüşlerdir. Sömürgeci güçler tarafından maddi manada yapılan bu hırsızlık, tahrip açısından belki de azımsanacak ölçüdedir. Bundan daha kötü olarak; " Yüksek ahlakımızı ve yüksek ahlakımızdan çıkan ve hayat-ı içtimaiyeye temas eden seciyelerimizin bir kısmını da müslümanlardan çaldılar. Burada Said Nursi sömürü düzeninin yapmış olduğu psikolojik hasarlara temas ederek bunun baskı ve kölelik altında moral değerlerin zayıflaması, birtakım değerlerin yok olmasıyla toplumun sosyal mahiyetteki birtakım özelliklerinin kaybolması şeklinde tezahür ettiğini söylemektedir. Said Nursi, sömürgeci güçlerin bizi" sefihane ahlak-ı seyyieleri ve sefihane seciyeleri "ile başbaşa bıraktıklarını ifade etmektedir.

Müslümanlar, bu hastalığı kabul edip düzeltme yolunda çaba sarfetmelidirler. Aksi takdirde sömürgeci güçlerin bırakmış olduğu vefasızlık ve çözülmüşlük duyguları Müslümanları daha da zayıflatacaktır. Müslümanların bu hastalığın tedavisi ve Allah tarafından bahşedilen bu hasletlerin yeniden kazanılabilmesi için izlemeleri gereken yol, islamı öğrenmek ve öğretmektir. Bu kesinlikle insanların politikaya girmelerine ilişkin bir davet değildir. Politika kendi başına bozulmuş moralleri ve sosyal birtakım hasletleri geri getirmeye yeterli değildir. Aynı zamanda Müslümanlar da kendi dini değerleri üzerinden siyasi partilerin politika yapmalarna ve prim kazanmaya çalışmalarına müsamahakar davranmamalıdırlar. Müslümanlar bu sefihane durumdan ancak İslami değerleri iyice öğrenip kendi sosyal yaşamlarına entegre edebilirlerse kurtulabilirler. Said Nursi " Sakın kardeşlerim, ben bu sözlerimle sizleri politikayla meğgul olun diye bir çağrıda bulunduğum düşüncesine kapılmayınız. Haşa! İslamın hakikatı herşeyin üstündedir. Hertürlü siyaset ona hizmet edebilir fakat hiçbir siyaset islamı kendisine araç olarak kullanma haddini kendinde göremez" uyarısında bulunuyor.

6. Hastalık" ferdiyetçilik", çaresi "meşveret"

Said Nursi'nin İslam toplumlarında gördüğü son hastalık "insanların çabalarını kendi kişisel menfaatleri için sınırlamalarıdır". Müslümanlar zayıflıklarının suçlusu olarak sadece sömürgeciliği görmemelidirler. İnancın anlamı, ne başkalarını baskı altında aşağılama, ne de zalim ve cabbarların baskısı altında boyun eğmektir. Bu ancak şirkin bir başka çeşidi olabilir ki burada insan Allah'la alay eder bir şekilde davranmaktadır. Eğer herbir fert kendi kişisel amaçlarını gerçekleştirmekle meşgul olursa; genelin selameti ve gelişmesi ihmal edilmiş ve sonsuza kadar ertelenmiş olur.

Ferdiyetçilik hastalığına İslamın cevabı "meşverettir". O, meşvereti gerçek özgürlük ve gelişmenin esası olması itibariyle ferdi istibtatın islami alternatifi olarak görmektedir. Meşveret Şeriat'a uygun bir özgürlük anlayışıdır. Meşveret, mesnedini ve hareket tarzını şeriat'dan alır ve aynı zamanda imandan kaynaklanan şefkat, merhamet ile asil düsünce zalimane düşüncelerin propagandasını zayıflatıp yok edecektir. Kişinin kendi şahsi ihtiras ve projelerinin ötesine geçerek başkaları ile samimiyet ve dayanişma içinde istişare etmesi "on kişiye bin kişinin yapabileceği işi gördürür.

Said Nursi kolay cevaplar olmadığını kabul etmektedir. İhtiyaçlar sınırsızdır. İnsanlar ancak ebedi kazançları elde etmeyi, başkalarıyla meşveret etmek, birbirlerinden öğrenmek ve birlikte genel hedeflere ulaşmak için çalışmakla umabilirler. O hutbesini şu sözlerle bitirmektedir; "Sonsuz düşmanların ve sayılamayacak kadar ihtiyaçların nezdinde, insan kendi şahsi hayatına ancak inaçtan kaynaklanan destek ve yardımla devam edebilir. Aynı zamanda sosyal hayatını devam ettirebilmesi de Şeriat'da var olan ve inancın gerçeklerinden kaynaklanan karşılıklı istişare ile mümkündür. Böylelikle düşmanlarını durdurur ve kendi ihtiyaçlarını emniyete almanın yolunu açmış olur.

Son Tesbitler

Said Nursi'nin Hutbe-i Şamiye 'deki hedefinin İslam toplumları olduğu açıktır. Bu toplumları tahlil etmekle, zayıflıklarına ve eksikliklerine karşı nasıl davranmaları gerektiği yönünde birtakım hedefler gösterme amaçlanmaktadır. Onun amacı efektif, kuvvetli ve zengin islam toplumlarını meydana getirmek için Müslümanların önünü açmaktır. Bir Hristiyan olarak bu hutbeyi okuduğumda Müslümanları Hristiyanlara karşı kışkırtıcı herhangi bir niyet görmemekteyim. Onun Risale-i Nur'daki diğer ifadelerinde de gerçek Hristiyanlarla bir kavgasının olmadığı, bilakis onları İlahi emirlere uygun olarak yaşama arayışında olan Allah'a inanmış kimseler olarak değerlendirdiği açıktır. O, günümüz dünyasında Müslüman ve Hristiyanların Allah'a imandan kaynaklanan değerlere ortak olarak şahitlik ettikleri görüşündedir.

Bana göre, Said Nursi'nin Müslüman toplulukların zayıf yönleri hakkında yapmış olduğu çalışmalar, kendi toplumlarını değerlendirmeleri itibariyle Hristiyanlar tarafından da faydalı bir şekilde kullanılabilir. Latin Amerika ve Afrika'daki Hristiyanların imani açıdan yeterli oldukları söylenebilmesine rağmen, sömürgecilikten yara almadıkları, ümitsizlik, hilekarlık, düşmanlık, bölünmüşlük, istibdat ve ferdiyetçilik hastalıklarına eğilimli olmadıkları ve aynı zamanda ümide, dürüstlüğe, sevgiye, birliğe, insani değerlere ve meşverete Müslüman topluluklardan daha az ihtiyaçları olduğu söylenemez. Kuzey Amerika ve Avrupa'daki zengin Hristiyan toplulukları da rekabetin getirmiş olduğu tehlikeler, Allah'ı merkezde görmeyen ve insanın manevi ihtiyaçlarını görmeyen saldırgan bir ekonomik düzen hakkında Hutbe'de dikkat çekilen hususlardan ziyadesiyle istifade edebilirler.

Bu çalışmanın sonunda, başta sorulan temel sorulara olumlu cevap bulduğumu söyleyebilirim. Evet, Hutbe-i Şamiye 21. yüzyılın içinden çıkılamaz bir görünüm arzedenproblemleriyle de alakalıdır. Evet, Said Nursi'nin analizlerinde günümüz Hristiyanlarının meselelelerine de çözümler vardır. Altıncı söz olarak zikredilen "meşveret" sadece Müslümanlar tarafından değil aynı zamanda Allah'a inanan ve dünyada Allah'ın rızasını arayan herkes için dikkate alınması gereken bir husustur. Müslümanlar ve Hristiyalar arasında diyaloğa ve istişareye çağrıyla Said Nursi'nin Hutbe-i Şamiyesi hakkındaki tesbitlerimi burada noktalıyorum.

Kategorileri:
Okunma sayısı : 12.837
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...