MÜKÜSLÜ HAMZA
Müküs, yeni ismiyle Bahçesaray, Van vilâyetinin yakınlarında, çok yüksek dağlar arasında yer alır. Hamza, Üstad Bediüzzaman’ın Van hayatı sırasında, l920 yıllarında, İşaratü’l-İ’caz tefsirinin kâtibi, muhatabı ve talebesiydi. Osmanlı döneminin son yıllarında eğitim faaliyetlerini sürdüren ve din adamı yetiştiren Medresütü’l-Vâizîn’i bitirdikten sonra, İmam olarak orduya intisap etti. l929’da yılında Suriye’nin El-Haseke şehrine gitti. Uzun yıllar boyunca, Suriye’nin sınırlarımıza çok yakın olan El-Haseke beldesinde öğretmenlik ve idarecilik yaptı. Ahmed Hani’nin Mem u Zin isimli kitabını neşretti. l960’da Hakkın rahmetine kavuştu.
Müküslü Hazma ve bazı nur talebeleri, Eski Van valisi Tahir Paşanın oğlu ve yine babası gibi Van valiliğinde bulunan Cevdet Beyin Diyarbakır’daki evinde İşarâtü’l-İ’caz tefsirini yazarlarken mürekkep dökülüp kıvrılmış, bir yılanın kuyruğu şeklini almıştı. Tam bu sırada takvim yaprakları l9 Şubat l9l4 tarihini gösteriyordu. Aynı günde Üstad Bediüzzaman, Ruslarla aylarca devam eden çarpışmalardan sonra, Bitlis deresinde, karlar içinde yaralı ve kırılmış ayağıyla Ruslara esir düşmüştü. Müküslü Hamza, bu hadiseyle ilgili eserin dipnotunda şunları yazmıştır:
“Diyarbakır’da Van Valisi Cevdet Beyin evinde 19 Şubat 1330 tarihinde Cuma gecesi bu tefsirin ilk Arabî nüshasını tebyiz ederken (temize çekerken), şu şekl-i garib, tevafukan vaki olmuştur (tevafuk eseri meydana gelmiştir). Ve o gece vukua gelen Bitlis’in sukutuyla (Rusların eline geçmesiyle) müellif Bediüzzaman’ın esaretine rastgelir. Sanki şu şekl-i garibin, şu mu’cizeler ve harikalar bahsinde o gece husule gelmesi, müellifin Ruslara esir düştüğüne ve beraberinde bulunan bazı talebelerinin şehid olarak kanlarının dökülmesine harika bir işarettir (Said’in Küçük Kardeşi, Yirmi Senelik Talebesi Abdülmecid). Ve keza bu nakış, başı kesilmiş bir yılanın, kuyruğunu müellif Bediüzzaman’a sarmış olduğuna ve müellifin yaralı olarak otuz saat ölüme muntazıran (bekler vaziyette) su arkının içinde kaldığı yere benziyor ve o vaziyeti andırıyor. (Eski Said’in Ehemmiyetli Talebesi Hamza).”
Müküslü Hamza’nın bir diğer önemli özelliği, Üstad Bediüzzaman’ın ilk defa hayatını yazan kişi olmasıydı. Rus esaretinden dönüşünde neşredilen İşaratü’l-İ’caz’ın takdimi yedi sayfalık bir hayat hikâyesiyle başlıyordu. l9l8’de Harbiye Nâzırı Enver Paşanın (bk. Enver Paşa maddesi) kâğıt parasını verdiği Kur’ân tefsiri İşaratü’l-İ’caz’ın önsözünde, “Uzun bir zaman refakatinde ve dersinde bulunan Hamza Efendi tarafından kaleme alınmıştır. Ter cüme-i halinden bir hülâsadır” şeklinde takdim edilen bu kısa biyografi “Müşarünileyhin (işaret edilen kişinin) talebesinden ve Medresetü’l-Vâizîn mezunlarından Hamza” imzasıyla sona ermektedir.
Üstad Bediüzzaman, 1922 yılında Ankara’ya geldikten sonra Mecliste milletvekillerine yönelik yaptığı konuşmasında eski bir talebesi olan Müküslü Hamza’yı telmih ederek, ırkçılığın zararına dair şu örneği vermişti:
“Eskiden Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zeki o talebem, ulûm-u diniyeden [din ilimlerinden> aldığı hamiyet dersi ile her vakit derdi: ‘Salih bir Türk, elbette fâsık kardeşimden ve babamdan bana daha ziyade kardeştir ve akrabadır. Sonra aynı talebe, talihsizliğinden, sırf maddî fünun-u cedîde (modern bilimler) okumuş. Sonra ben-dört sene sonra, esaretten gelince onunla konuştum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki:
‘Ben şimdi, râfızî bir Kürdü, salih bir Türk hocasına tercih ederim.’
Ben de, ‘Eyvah!’ dedim, ‘Sen ne kadar bozulmuşsun?’
Bir hafta çalıştım, onu kurtardım, eski hakikatlı hamiyete çevirdim.”
Müküslü Hazma ve bazı nur talebeleri, Eski Van valisi Tahir Paşanın oğlu ve yine babası gibi Van valiliğinde bulunan Cevdet Beyin Diyarbakır’daki evinde İşarâtü’l-İ’caz tefsirini yazarlarken mürekkep dökülüp kıvrılmış, bir yılanın kuyruğu şeklini almıştı. Tam bu sırada takvim yaprakları l9 Şubat l9l4 tarihini gösteriyordu. Aynı günde Üstad Bediüzzaman, Ruslarla aylarca devam eden çarpışmalardan sonra, Bitlis deresinde, karlar içinde yaralı ve kırılmış ayağıyla Ruslara esir düşmüştü. Müküslü Hamza, bu hadiseyle ilgili eserin dipnotunda şunları yazmıştır:
“Diyarbakır’da Van Valisi Cevdet Beyin evinde 19 Şubat 1330 tarihinde Cuma gecesi bu tefsirin ilk Arabî nüshasını tebyiz ederken (temize çekerken), şu şekl-i garib, tevafukan vaki olmuştur (tevafuk eseri meydana gelmiştir). Ve o gece vukua gelen Bitlis’in sukutuyla (Rusların eline geçmesiyle) müellif Bediüzzaman’ın esaretine rastgelir. Sanki şu şekl-i garibin, şu mu’cizeler ve harikalar bahsinde o gece husule gelmesi, müellifin Ruslara esir düştüğüne ve beraberinde bulunan bazı talebelerinin şehid olarak kanlarının dökülmesine harika bir işarettir (Said’in Küçük Kardeşi, Yirmi Senelik Talebesi Abdülmecid). Ve keza bu nakış, başı kesilmiş bir yılanın, kuyruğunu müellif Bediüzzaman’a sarmış olduğuna ve müellifin yaralı olarak otuz saat ölüme muntazıran (bekler vaziyette) su arkının içinde kaldığı yere benziyor ve o vaziyeti andırıyor. (Eski Said’in Ehemmiyetli Talebesi Hamza).”
Müküslü Hamza’nın bir diğer önemli özelliği, Üstad Bediüzzaman’ın ilk defa hayatını yazan kişi olmasıydı. Rus esaretinden dönüşünde neşredilen İşaratü’l-İ’caz’ın takdimi yedi sayfalık bir hayat hikâyesiyle başlıyordu. l9l8’de Harbiye Nâzırı Enver Paşanın (bk. Enver Paşa maddesi) kâğıt parasını verdiği Kur’ân tefsiri İşaratü’l-İ’caz’ın önsözünde, “Uzun bir zaman refakatinde ve dersinde bulunan Hamza Efendi tarafından kaleme alınmıştır. Ter cüme-i halinden bir hülâsadır” şeklinde takdim edilen bu kısa biyografi “Müşarünileyhin (işaret edilen kişinin) talebesinden ve Medresetü’l-Vâizîn mezunlarından Hamza” imzasıyla sona ermektedir.
Üstad Bediüzzaman, 1922 yılında Ankara’ya geldikten sonra Mecliste milletvekillerine yönelik yaptığı konuşmasında eski bir talebesi olan Müküslü Hamza’yı telmih ederek, ırkçılığın zararına dair şu örneği vermişti:
“Eskiden Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zeki o talebem, ulûm-u diniyeden [din ilimlerinden> aldığı hamiyet dersi ile her vakit derdi: ‘Salih bir Türk, elbette fâsık kardeşimden ve babamdan bana daha ziyade kardeştir ve akrabadır. Sonra aynı talebe, talihsizliğinden, sırf maddî fünun-u cedîde (modern bilimler) okumuş. Sonra ben-dört sene sonra, esaretten gelince onunla konuştum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki:
‘Ben şimdi, râfızî bir Kürdü, salih bir Türk hocasına tercih ederim.’
Ben de, ‘Eyvah!’ dedim, ‘Sen ne kadar bozulmuşsun?’
Bir hafta çalıştım, onu kurtardım, eski hakikatlı hamiyete çevirdim.”