RABBİMİZİ TANIYALIM
Aziz ve Muhterem Müslümanlar!
Hutbemiz mârifetullah hakkındadır.
Unutmayalım ki,
"İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi, Halik-ı Kâinat'ı tanımak ve O'na îman edip ibadet etmektir. Ve o insanın vazîfe-i fıtratı ve farîza-i zimmeti mârifetullah ve îman-ı billahtır. Ve iz'ân ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir."
"Evet, fıtraten daimî bir hayat ve ebedî yaşamak isteyen, bu kısa fânî dünya hayatına razı olmayan ve hadsiz emelleri ve nihayetsiz elemleri bulunan bîçâre insana elbette o hayat-ı ebediyyenin üssü'l-esası (temelinin temeli) ve anahtarı olan îman-ı billah ve mârifetullah ve vesilelerinden başka olan şeyler ve kemalatlar o insana nisbeten aşağıdır, belki çoğunun kıymetleri yoktur."
Evet, "Allah'ı tanımayanın dünya dolusu belâ başında vardır. Allah'ı tanıyanın dünyası nurla, manevî sevinç ve sürurla doludur. Derecesine göre îman kuvvetiyle hisseder."
Allah'ı tanımaya mârifetullah denir. En geniş ve nurânî fen, Allah'ı tanımaktır. Gayelerin gayesi, bütün gerçek ilimlerin temeli, mâdeni ve ruhu Allah'ı tanımaktır. Bütün ilimler Allah'ı tanıtırlar. Kâinatta var olan her şey Allah'ı tanıtmak ve göstermek için Allah tarafından açılmış bir penceredir. Meselâ insan, en güzel bir penceredir. Allah'ın isimlerini ve sıfatlarını göstermek için en güzel şekilde yaratılmıştır.
Allah'ı tanımayan, âhireti bilmeyen, günahları düşünüp tevbe istiğfar etmeyen insan, çok dehşetli bir hastadır. Bu dünya kadar hastalıklı vücudun ilâcı ve şifâsı, îman ve mârifetullahtır. Kâdir-i Zülcelâl'in kudretine ve rahmetine sığınmak ve O'na dayanmaktır.
Aziz Mü'minler!
Hiç şüphe yok ki, şu acip âlemin bir müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musanna sarayın bir ustası vardır.
Bilirsiniz ki, "Bir köy muhtarsız olmaz, bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz ollamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz." Son derece muntazam şu dünya, şu kâinat nasıl hâkimsiz olur? Elbette olmaz! Biz eserlerine bakıp O'nu tanımalıyız.
Bize Rabbimizi tarif eden üç büyük küllî muarrif var: Birisi şu kâinat kitabıdır ki, Allah'ı tanıtan deliller ve burhanlarla doludur.
İkincisi, kâinat kitabının en büyük âyeti, yeryüzü mescidinin en büyük imamı, Hâtemü'I-Enbiyâ Hz. Muhammed (sav)'dir.
Üçüncüsü de Kur'ân-ı Azîmüşşan'dır.
Allah'ı tanımak, Allah Resûlü'nü tanımak, dinlemek ve itaat etmekle mümkün olur.
Allah'ı tanımak ve sevmek, Kur'ân'ı okuyup anlamak ve hayata tatbik etmekle mümkündür.
Bize Mevlâ'mızı bildirmek ve sevdirmek için kâinat mescid-i kebîrinde Kur'ân kâinatı okuyor. Onu dinleyelim, o nurla nurlanalım, hidayetiyle amel edelim ve onu dilimize virdedelim.
Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup Hak'tan gelip Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurânî hikmeti neşreden odur.
Aziz Kardeşlerim!
Dinimiz tevhid dinidir. Yâni Allah birdir, bir olur; müteaddid olamaz. Mü'minler O'ndan başka kimseye müracaat etmezler. Kimsenin huzurunda tezellül edip boyun eğmezler. Fânilerin arkasına düşüp zahmet çekmezler. Âciz ve fakir mahlûklardan korkup titremezler. Çünkü:
"Sultân-ı Kâinat birdir. Her şeyin anahtarı O'nun yanında, her şeyin dizgini O'nun elindedir, her şey O'nun emriyle hâlledilir."
Her şey O'nun hesabına çalışır, her şey O'na emirber nefer hükmündedir, her şey O'nun kuvvetiyle döner. Geceyi gündüzü, yazı kışı götürüp getiren O'dur. Her şey O'nun emriyle hareket eder.
Her şey O'nun hikmetiyle tanzim olur. Her şey O'nun keremiyle muavenet eder. Her şey O'nun merhametiyle başkasının imdadına koşar, yâni koşturulur.
Allah'ı bulan her şeyi bulur; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtulur.
İslâm dini putperestiligi yıkmak için gelmiştir ve yıkmıştır. İnsanları elleriyle yaptıkları putlara tapmaktan kurtarmıştır. Bütün medhüsenalar, hamdler, şükürler, saygı ve sevgiler Allah'a mahsustur.
Asr-ı Saâdet'ten bir misal:
Hicret'in IX. yılında Sakîf kabilesi elçileri Medîne-i Münevvere'ye geldiler. Allah Resûlü'nün yakın alâkasına mazhar oldular. Dinlediler, anladılar ve sonunda Müslüman oldular. Fakat arkalarında haber bekleyen kabilelerinin kendilerini nasıl karşılayacağından endişeliydiler. Putları birdenbire nasıl bırakacaklardı?
Bu yeni Müslümanların Allah Resulü'nden acip istekleri vardı. Birisi, "Bizi namaz kılmaktan muaf tut!" deyince Allah Resûlü'nün cevabı çok kat'î idi: "Namazsız dinde hayır yoktur!" buyurdular.
Namazsız dindarlık olmaz! Namaz dinin direğidir. Namazı terkeden küfre giden bir yola sapmıştır.
İkincisi, "Kabilemiz dışından birini bize âmir tâyin etme!" dediler, bunu kabul etti.
Üçüncüsü, "Lat adındaki putumuza üç yıl dokunma!" dediler. Tevhidin en büyük rehberi, bunu kabul etmedi. "Müslüman olan, puttan ve küfürden sıyrılacak! Yalnız Allah'a ibâdet ve itaat edecek!" dedi.
"İki yıl dokunma!" dediler. "Olmaz!" dedi, "îmanla şirk birarada olmaz!"
"Bir yıl dokunma!" dediler, bunu da kabul etmedi. "Putları bırakacaksınız! Allah birdir, Vahid'dir, Ehad'dir, şeriki ve naziri yoktur!" dedi.
"Biz döndükten sonra bir ay olsun bizimle kalsın!" dediler. "Asla müsaade yok!" buyurdu.
"Bari yıllardır taptığımız putumuzu kendi ellerimizle kırdırtma! O yıkma işini sen hallet!" dediler.
Fahr-i Âlem Efendimiz (sav), "Olur, ben onu ortadan kaldırtırım!" buyurdu. Elçiler Medîne-i Münevvere'den ayrıldıktan sonra Ebû Süfyan'la Mugîre bin Şu'be vazifeli olarak gidip Sakîf halkının gözleri önünde Lat'ı parçalayıp yok ettiler. Bâtıl putların sonu yıkılmaktır.
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselam, Mekke-i Mükerreme'yi fethettiği gün Kabe'de 360 kadar putu mübarek elleriyle yıktılar.
İslâm tarihinde çok büyük insanlar gelmiş geçmiş, tarihe mal olmuştur. Fakat hiçbirinin heykeli dikilmemiştir.
Zira dinimizde gölgeli gölgesiz putlar ve heykeller yasaktır.
Şunu da unutmayalım ki: Allah'ı unutturan, ibadet ve tâati terketmeye sebep olan her şey puttur. Nefsine ve hevasına uyan nefisperest, dünyaya dalıp âhireti unutan dünyaperest, kendi menfaatından başka bir şey bilmeyen insan menfaatperesttir.
"Her şeyi tabiat yapıyor, her şey kendi kendine olup bitiyor." diyenler tabiatperest, sebeplere tapanlar esbabperest, gafil insanlardır.
Bütün bu putperestlikleri terketmeden hakikî mü'min ve Müslüman olmak imkânsızdır.
Allah şirkle karışık îmanı kabul etmez. O, "Kulhuvallâhu ahad!" buyurmaktadır. Ahad'dir, Samed'dir, her şeye Kâdir'dir. Ezel ve ebed Sultanı'dır. Saltanatında şeriki olmadığı gibi, icraat-ı rububiyetinde dahi muinlere ve şeriklere muhtaç değildir. Emir ve iradesi, havi ve kuvveti olmazsa hiçbir şey hiçbir şeye müdahale edemez. Doğrudan doğruya herkes O'na müracaat eder. İsteyeceğini bizzat O'ndan ister. Kimsenin araya girmesine hacet yoktur. O'nun kapısı herkese açıktır.
"Allah'ı tanıyan ve itaat eden, zindanda da olsa bahtiyardır. Allah'ı unutan, saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır."