Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaretse ve hilâf-ı şeriat hareket ise, فَلْيَشْهَدِ الثَّقَلاَنِ اَنِّى مُرْتَجِعٌ HAŞİYE

Zira yalanlarla ittihad yalandır. Ve ifsadat üzerine müesses olan ism-i meşrutiyet, fâsittir. Müsemmâ-i meşrutiyet hak, sıdk, muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine bekà bulacaktır. Maatteessüf bunu kemâl-i telâş ve teessüfle ihtar ediyorum ki: Meselâ, bir âlim-i zîtehevvür ki, sıfat-ı ilim kendini fesat ve fenalıktan men etmişken, daima onun sıfat-ı tehevvüründen vücuda gelen fesat ve fenalığın zikri vaktinde onu âlimlikle yâdetmek ve sıfat-ı ilme ilişmek, nasıl ilme husumet ve adaveti ima eder. Kezalik, şeriat-ı mutahharanın ve ittihad-ı Muhammedînin ism-i mukaddesi ki, fırkaların ağrâz-ı şahsiye ve hilâf-ı şeriat ile ektikleri tohum-u fesadı bir milyon fişek havaya atıldığı ve umum siyaset ve âsâyiş efrad elinde kaldığı ve ortalık anarşist gibi olduğu halde, o müthiş fırtına mucize-i şeriatla kansız, hafif geçtiği halde, o mübarek nâm ile o müthiş fesadı binden bir dereceye indirmekle beraber, daima o ismi garaz sahiplerine siper göstermek pek büyük bir tehlikeli noktaya, belki ukde-i hayatiyeye ilişmektir ki, dehşetinden her bir vicdan-ı selim titriyor, dağ-dâr-ı teessüf oluyor.

Süreyyayı süpürge yapmaya, üfürmekle şemsi söndürmeye ihtimal veren, belâhetini ilân eder. Mesela, Ağrı Dağı ile Sübhan Dağı, ikisini tartacak dehşetli bir terazinin birer kefesine konulsalar ve cevv-i semâda, Zuhalde duran bir melek de o terazinin ucunu tutsa; Ağrı Dağı üzerine bir dirhem ilâve olunsa Sübhan Dağı âsumâna, Ağrı Dağı zemine geldiğini görenlerden fikri kısa olanlar, kıymet ve sıkleti tamamen o ilâveye verecekler.

İşte haysiyet-i askeriye ve hamiyet-i İslâmiye ve şeriat-ı Muhammediye, o cesîm dağlara benzer. Esbâb-ı hariciye bir dirhem kıymetindedir. Bu kıymetsiz esbabı esas tutmak, insaniyetin ve İslâmiyetin kıymetini bilmemek ve tenzil etmektir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : Yani, bütün dünya, cin ve ins şahit olsun ki ben mürteciim.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adavet : düşmanlık
ağrâz-ı şahsiye : kişisel maksatlar, kötü niyet ve düşmanlıklar
âlim-i zîtehevvür : öfkeli âlim; sonunu düşünmeden öfkeli hareket eden ilim adamı
anarşist : hiçbir düzen ve otorite tanımayan, karışıklık ve bozgunculuktan yana olan ve ondan fayda uman kimse
âsâyiş : emniyet, düzen, güvenlik
âdâb-ı diniye : dine ait edep ve kurallar
âdâb-ı şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerde belirtilen edep ve kurallar
anarşistlik : kargaşa işi, otorite tanımama eylemi
avam : halk tabakası
belâgat : sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
cemiyet : dernek
dahil : iç
efrad : fertler, kişiler
elhasıl : sonuç olarak, özetle
ervâh-ı habîse ve münteşire : her tarafa yayılmış ve kötü olan ruhlar
esbab : sebepler
fesad : bozulma
fırka : parti
garazkârane : maksatlı olarak
had : yasaklama, men etme; İslâm hukukunda Kur’ân ve Sünnet ışığında işlenen suçlar için belirlenen ve uygulanması zorunlu olan ceza
hâdise : olay
hariç : dış
hercümerc : karmakarışıklık, darmadağınıklık
hürriyet-i mutlaka : mutlak hürriyet; sınırsız özgürlük
icra : yerine getirme, uygulama
ifratperverane : aşırılığı severek
inkılâp : köklü değişiklik
irca : döndürme
ism-i şeriat : şeriat ismi; İslâmiyet adı
istidad-ı tabiî : müsait olan doğal gelişim
itaat : emre uyma
itaat-i askeriye : askerî itaat; askerin emre uyması
kat-ı yed : el kesme
keşmekeş : karışıklık
kısas : bir suç işleyenin kanun tarafından işlediği suçun aynıyla cezalandırılması
men’ : yasaklama
metâlib-i seb’a : yedi istek; 31 Mart Hâdisesinde ayaklananların yedi isteği
min indillâh : Allah tarafından
mu’cize : benzerini insanların yapmaktan âciz kaldığı olağanüstü hal, durum
muhakeme-i akliye : aklî muhakeme; birşeye karar vermede aklın iyi düşünmesi, değerlendirmesi
muhalif : aykırı, zıt
mukaddes : kutsal, yüce
mutaassıp : birşeye körü körüne bağlanan
mübalâğat : aşırılıklar, abartmalar
müdahale-i ecnebî : yabancı müdahalesi
müddeîler : iddiacılar, davacılar
münafi : aykırı
münakaşat : tartışmalar
müstebit : baskıcı, diktatör
müteaddit : birçok, çeşitli
neşriyat : yayın
sefahet : helâl olmayan zevk ve eğlenceye düşkünlük, beyinsizce davranış
sirayet : bulaşma, geçme
siyaset-i şer’î : İslâmın öngördüğü siyaset ve yönetim anlayışı
şümul : kapsama
tahakkümat : baskılar, zorbalıklar
tahdit : sınırlama
taraftarane : taraftarca, taraftar olarak
tecelli : belirme, görünme
telkinat : telkinler, fikir aşılamalar
umum : genel, bütün
üssü’l-esas : temel taşı, temel esas
vücuda getirmek : meydana getirmek
zemin : yer
zevat : zâtlar, kişiler
ziyâ-yı şeriat-ı beyzâ : şeriatın beyaz ışığı; İslâmın parlak nuru ve ışığı
âdâb-ı dindarane : dinî edep ve kurallar
alay : genel olarak üç taburdan oluşan askerî birlik
âli : yüksek
cesîm : büyük
cin ve ins : cinler ve insanlar
ehl-i kıyam : ayaklananlar, ihtilâl girişiminde bulunanlar, isyan edenler
esas tutmak : temel almak, temel kabul etmek
esbab : sebepler
esbab-ı adîde : çeşitli sebepler
esbâb-ı hariciye : dış sebepler
fırka : siyasî parti, grup
hak : doğru, doğruluk
hakikat : gerçek
Hakk : doğru, doğruluk; herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah
hamiyet-i İslâmiye : İslâmiyeti koruma gayreti; İslâmın verdiği din, vatan, namus, hak, hukuk gibi değerleri koruma gayreti, duygusu
haysiyet-i askeriye : askerî şeref, onur ve itibar
hercümerc : karma karışık
hissiyat-ı askeriye : askerî duygular, hisler
indallah : Allah katında
insaniyet : insanlık
ism-i şeriat : şeriat ismi
istidad-ı tabiî : yaratılıştan gelen kabiliyet, fıtrî ve tabiî hazırlık, altyapı
lisân : dil
meydan-ı münakaşât : tartışma ve anlaşmazlıkların alanı, sahası
min indillâh : Allah katından
mu’cize : benzerini yapma hususunda başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey
muhalif : aykırı, zıt
müheyya etme : hazırlama
mürteci : geriye yönelmek isteyen; gerici
müthiş : dehşet veren, korkunç, ürkütücü
nazar-ı mütâlâaya alınma : dikkatli bir şekilde incelenme
nısf : yarı
sâika : gök gürültüsü, yıldırım
sebebiyet veren : sebep olan
sukut-u musammem : düşmesi kararlaştırılmış, iktidardan düşürülmesine kesin karar alınmış
Sultan-ı mazlûm : suçsuz Sultan; İkinci Abdülhamid
şeriat-ı Muhammediye : Allah tarafından Hz. Muhammed (a.s.m.) vasıtasıyla bildirilen hükümlerin hepsi
tahakküm : baskı, zorbalık
tahtında : altında
tebdil : değiştirme
telkinat : telkinler, fikir aşılamalar
tenzil etmek : indirmek, düşürmek
tezahür : ortaya çıkma, görünme
vükelâ : vekiller; millet vekilleri
zabit : subay; rütbeli asker
âsuman : semâ, gökkubbe
bekà bulma : devam etme, kalıcı olma
belâhet : aptallık, ahmaklık
cevv-i semâ : gökyüzü boşluğu, feza, uzay, atmosfer
dağ-dâr-ı teessüf olma : büyük acı ve üzüntü duyma
efrad : fertler
fâsit : bozulmuş
fesat : bozgunculuk, karışıklık
fırka : parti, grup
garaz : kin, kötü niyet
hak : doğru, gerçek
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hilâf-ı şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlere, İslâmiyete aykırı
hilâf-ı şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin zıttı, karşıtı
husumet : hasımlık, zıtlaşma; düşmanlık
ifsadat : fitne ve bozgunculuklar
ihtar etmek : uyarmak, ikaz etmek
imtiyazsızlık : eşitlik
ism-i meşrutiyet : meşrutiyet ismi
ism-i mukaddes : kutsal isim
istibdad : baskı ve zulüm
ittihad : birlik
ittihad-ı Muhammedî : Muhammedî birlik; Hz. Muhammed’in (a.s.m.) Allah tarafından getirdiği dinin mensuplarının oluşturduğu İslâm birliği
kemâl-i telâş ve teessüf : tam bir telâş ve üzüntü
kezalik : bunun gibi
maatteessüf : ne yazık ki
mu’cize-i şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin, İslâmiyetin mu’cizesi
muhabbet : sevgi
müesses : kurulu, kurulmuş
müsemmâ-i meşrutiyet : meşrutiyetin özü, gerçek mânâsı
müthiş : dehşet veren, korkunç
sıdk : doğruluk
sıfat-ı ilim : ilim sıfatı, niteliği
sıfat-ı tehevvür : öfke sıfatı; sonunu düşünmeden öfkeli hareket etme
sıklet : ağırlık
Süreyya : Ülker takım yıldızı
şems : güneş
şeriat-ı mutahhara : temiz, mübarek şeriat; Allah tarafından bildirilen temiz, şüphelerden uzak hükümler, İslâmiyet
tohum-u fesad : bozgunculuk tohumu
ukde-i hayatiye : hayat düğümü, can alıcı nokta
umum : bütün
vicdan-ı selim : sağlam, temiz vicdan
vücuda gelme : meydana gelme, ortaya çıkma
yâdetmek : anmak, zikretmek
zemin : yer, yeryüzü; dünya
Yükleniyor...