Ben bütün kuvvetimle, hadsiz lisânım olsa, o hadsiz lisânlarla kasem ederim ki, âlemi bu nizam-ı ekmel ile, bu kâinatı zerreden seyyarata kadar, sinek kanadından semâvât kandillerine kadar nihayet bir hikmet-i intizam ile halkeden Hakîm-i Zülcelâle ve Sâni-i Zülcemâle o hadsiz lisânlarla kasem ediyoruz ki, beşer hiçbir cihetle bütün enva-i kâinata muhalif olarak ve küçük kardeşleri olan sair tâifelere zıt olarak kâinattaki nizama, küllî şerleriyle muhalefet edip nev-i beşerde şerrin hayra galebesine binler senede sebep olan o zakkumları yiyip hazmetmesi mümkün değil.

Bunun imkânı ancak ve ancak bu farz-ı muhal ile olabilir ki, beşer bu âleme emanet-i kübrâ mertebesinde ve halife-i rû-yi zemin makamında sair envâ-ı kâinata büyük ve mükerrem bir kardeş olduğu halde en edna, en berbat, en perişan, en muzır ve ehemmiyetsiz, hırsızcasına ve dolayısıyla bu kâinat içine girmiş, karıştırmış. Bu farz-ı muhal, hiçbir cihetle kabul olunamaz.

Bu hakikat için, elbette bu yarım burhanımız netice veriyor ki, âhirette cennet ve cehennemin zarurî vücutları gibi hayır ve hak din istikbalde mutlak galebe edecektir. Ta ki, nev-i beşerde dahi sair nevi’ler gibi hayır ve fazilet galib-i mutlak olacak. Ta beşer de sair kâinattaki kardeşlerine müsâvi olabilsin ve sırr-ı hikmet-i ezeliye nev-i beşerde dahi “takarrur etti” denilebilsin.

Elhasıl: Madem mezkûr kat’î hakikatlarla bu kâinatta en müntehap netice ve Halıkın nazarında en ehemmiyetli mahlûk beşerdir. Elbette ve elbette ve hayat-ı bakiyede cennet ve cehennemi, bilbedahe, beşerdeki şimdiye kadar zâlimane vaziyetler cehennemin vücudunu; ve fıtratındaki küllî istidâdât-ı kemâliyesi ve kâinatı alâkadar eden hakaik-i imaniyesi, cenneti bedahetle istilzam ettiği gibi, her halde iki harb-i umumî ile ettiği ve kâinatı ağlattıran cinayetleri ve yuttuğu zakkum şerleri hazmetmediği için kustuğu ve zeminin bütün yüzünü pislendirdiği vaziyetiyle, beşeriyeti en berbat bir dereceye düşürüp bin senelik terakkiyatını zîr ü zeber etmek cinayetini beşer hazmetmeyecek. Her halde çabuk başında bir kıyamet kopmazsa, hakaik-i İslâmiye beşeri esfel-i sâfilîn derece-i sukutundan kurtarmaya ve ru-yi zemini temizlemeye ve sulh-u umumiyi temin etmeye vesile olmasını Rahmân-ı Rahîmin rahmetinden niyaz ediyoruz ve ümid ediyoruz ve bekliyoruz.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlâ : en üstün (bk. a-l-v)
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
beşer : insanlık
burhan : güçlü delil, kanıt (bk. d-l-l)
cerh etme : yaralama, parçalama
efdal : en faziletli, en üstün (bk. f-ḍ-l)
ehl-i hak ve hakikat : doğru ve gerçeği benimseyip, o yolda yürüyenler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ehl-i hak : hakkı kabul edip doğru yolu takip eden kimseler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ehl-i İslâmiyet : İslâma tâbi olan, Müslümanlar (bk. s-l-m)
ekseriyet : çoğunluk (bk. k-s-r)
emanet-i kübrâ : en büyük emanet, halifelik; başka varlıkların yüklenmekten çekindiği ve insanın yüklendiği İlâhî yükümlülük, halifelik makamındaki kulluk vazifesi (bk. e-m-n; k-b-r)
enva-i kâinat : kâinatın nev’ileri (türleri, sınıfları) (bk. k-v-n)
eşref : en şerefli, en üstün
farz-ı muhal : olmayacak birşeyi olacakmış gibi düşünme, varsayım
galebe : üstün gelme
hadsiz : sayısız, sınırsız
hakikat : asıl, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hakîm-i Zülcelâl : herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan, sonsuz haşmet ve görkem sahibi olan Allah (bk. ḥ-k-m; c-l-l)
halife-i rû-yi zemin : yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunma ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olma özelliği (bk. ḫ-l-f)
halk etme : yaratma (bk. ḫ-l-ḳ)
hikmet-i ezeliye : Allah’ın ezelî hikmeti, herşeyi yerli yerinde ve bir gaye ve faydaya yönelik yapması (bk. ḥ-k-m; e-z-l)
hikmet-i intizam : kâinatta var olan düzenin bir gaye ve faydaya yönelik olarak, mânâlı ve tam yerli yerinde olması (bk. n-ẓ-m)
istikrâ-i tâmme : cüz’î (bireysel) olaylardan hareket ederek küllî (sınıf, tür gibi bir konuda genel) bir hükme varma (bk. d-l-l)
kâinat : evren (bk. k-v-n)
kasem : yemin
küfür : Allah’ın varlığına inanmama, inkâr etme (bk. k-f-r)
küllî : büyük, genel (tür olarak veya türleri etkileyecek şekilde) (bk. k-l-l)
lisân : dil
makam : konum
meşiet-i İlâhiye : Allah’ın dilemesi, iradesi (bk. e-l-h)
mu’cizat : mu’cizeler; Allah tarafından verilip, yalnız peygamberlerin gösterebilecekleri harika işler (bk. a-c-z)
muhalefet etme : karşıt olma, aykırı davranma (bk. ḫ-l-f)
muhalif : aykırı, zıt (bk. ḫ-l-f)
mükerrem : şerefli; ikram ve lûtfa mazhar olan (bk. k-r-m)
müşerref : şerefli, şereflenmiş
mütemerridâne : inatla, inatçı bir şekilde
nev-i beşer : insanlık
nihayet : son derece; son
nizam : düzen, sistem (bk. n-ẓ-m)
nizam-ı ekmel : kusursuz, mükemmel düzen, sistem (bk. n-ẓ-m; k-m-l)
sair : diğer, başka
Sâni-i Zülcemâl : herşeyi san’atla yaratan, sonsuz güzellik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
semâvât : gökler (bk. s-m-v)
seyyarat : gezegenler
şehadet : şahidlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şekâvet : eşkiyâlık, kötü yolda olma
şer : kötülük
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
tâife : topluluk, grup
temerrüd etme : inat etme, ayak direme
zakkum : Cehennemde bulunan ağaç
zâlimane : zâlim bir şekilde (bk. ẓ-l-m)
zerre : atom
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
alâkadar : alâkalı, ilgili
bedahetle : açık bir şekilde
beşer : insanlık
beşeriyet : insanlık
bilbedahe : açıkça
burhan : güçlü delil, kanıt (bk. d-l-l)
cihet : yön
derece-i sukut : düşme derecesi, seviyesi
edna : pek aşağı, en bayağı, çok alçak
elhasıl : kısaca, özetle
envâ-ı kâinat : kâinatın nevi’leri, türleri (bk. k-v-n)
esfel-i safilîn : aşağıların en aşağısı
farz-ı muhal : olmayacak birşeyi olacakmış gibi düşünme, varsayım
fazilet : üstün değer ve kıymet (bk. f-ḍ-l)
fıtrat : mizaç, karakter, yaratılış; yaratılışta var olan temel özellikler (bk. f-ṭ-r)
galebe etme : üstün gelme
galib-i mutlak : mutlak galip; her yönden üstün gelme (bk. ṭ-l-ḳ)
hak : doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri; inançla ilgili gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-m-n)
hakaik-i İslâmiye : İslâmın hakikatleri, gerçekleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; s-l-m)
hakikat : asıl, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık : herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hayat-ı bakiye : devamlı ve kalıcı âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)
iki harb-i umumî : Birinci ve İkinci Dünya Savaşları
istidâdât-ı kemâliye : mükemmel yetenekler (bk. a-d-d; k-m-l)
istikbal : gelecek zaman
istilzam etme : gerektirme
kâinat : evren (bk. k-v-n)
kat’î : kesin
kıyamet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
küllî : büyük ve kapsamlı (bk. k-l-l)
mahlûk : varlık, yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mezkûr : anılan, sözü geçen
mutlak : kayıtsız şartsız, kesin (bk. ṭ-l-ḳ)
muzır : zararlı
mükerrem : şerefli; ikram ve lûtfa mazhar olmuş olan (bk. k-r-m)
müntehap : seçilmiş, seçkin
müsâvi : eşit, denk
nazarında : gözünde, bakışında (bk. n-ẓ-r)
nev-i beşer : insanlık
nevi : tür
niyaz : dua, yakarış
Rahmân-ı Rahîm : sonsuz rahmet, şefkat ve merhameti herşeyi kuşatan ve her bir varlığa hususî şefkat ve merhameti olan Allah (bk. r-ḥ-m)
rahmet : merhamet, ihsan, acıma, esirgeme (bk. r-ḥ-m)
ru-yi zemin : yeryüzü
sair : diğer, başka
sırr-ı hikmet-i ezeliye : Allah’ın herşeyi bir gaye ve faydaya yönelik olarak yapmasındaki sır (bk. ḥ-k-m; e-z-l)
sulh-u umumi : genel barış, dünya barışı (bk. ṣ-l-ḥ)
takarrur etme : gerçekleşme, karar kılma
temin etme : sağlama (bk. e-m-n)
terakkiyat : ilerlemeler, gelişmeler; teknolojide ve medeniyette meydana gelen gelişmeler
vaziyet : durum, hâl
vücut : varlık, var olma (bk. v-c-d)
zakkum şerleri : zakkuma benzeyen şerler, kötülükler (zakkum, tadı çok acı olan bir Cehennem ağacıdır.)
zâlimâne : zâlim bir şekilde, zâlimce (bk. ẓ-l-m)
zarurî : zorunlu, gerekli
zemin : yer, dünya
zîr ü zeber etmek : alt üst etmek
Yükleniyor...