Hem istikra-i tâmme ve tecrübe-i umumî gösteriyor, netice veriyor ki: Şer, kubh, çirkinlik, bâtıl, fenalık, hilkat-i kâinatta cüz’îdir. Maksut değil, tebeîdir ve dolayısıyladır. Yani, meselâ çirkinlik, çirkinlik için kâinata girmemiş; belki güzelliğin bir hakikati çok hakikatlere inkılâp etmek için, çirkinlik bir vâhid-i kıyasî olarak hilkate girmiş. Şer, hatta şeytan dahi, beşerin hadsiz terakkiyatına müsabaka ile vesile olmak için beşere musallat edilmiş. Bunlar gibi, cüz’î şerler, çirkinlikler, küllî güzelliklere, hayırlara vesle olmak için kâinatta halk edilmiş. İşte, kâinatta hakikî maksat ve netice-i hilkat, istikra-i tâmme ile ispat ediyor ki, hayır ve hüsün ve tekemmül esastır ve hakikî maksut onlardır. Elbette beşer, bu kadar zulmî küfriyatlarıyla zemin yüzünü mülevves ve perişan ettikleri halde, cezasını görmeden ve kâinattaki maksud-u hakikîye mazhar olmadan dünyayı bırakıp ademe kaçamayacak, belki Cehennem hapsine girecek.

Hem istikrâ-i tâmme ile ve fenlerin tahkikatıyla sabit olmuş ki, mahlûkat içinde en mükerrem, en ehemmiyetli beşerdir. Çünkü beşer, hilkat-i kâinattaki zahirî esbab ve neticelerinin mabeynindeki basamakları ve teselsül eden illetlerin ve sebeplerin münasebetlerini aklıyla keşfedip san’at-ı İlâhiyeyi ve muntazam hikmeti icadat-ı Rabbaniyenin taklidini san’atçığıyla yapmak ve ef’âl-i İlâhiyeyi anlamak için ve san’at-ı İlâhiyeyi bilmek ve cüz’î ilmiyle ve san’atlarıyla anlamak için bir mizan, bir mikyas kendi cüz’î ihtiyarıyla işlediği maddelerle, Halık-ı Zülcelâlin küllî, muhît ef’âl ve sıfatlarını bilerek kâinatın en eşref, en ekrem mahlûku beşer olduğunu ispat ediyor.

Hem İslâmiyetin kâinata ve beşere ait hakikatlerinin şehadetiyle mükerrem beşer içinde en eşref ve en âlâsı, ehl-i hak ve hakikat olan ehl-i İslâmiyet, hem istikrâ-i tâmme ile, tarihlerin şehadetiyle, en mükerrem beşer içindeki en müşerref olan ehl-i hakkın içinde dahi bin mu’cizatı ve çok yüksek ahlâkının ve İslâmiyet ve Kur’ân hakikatlerinin şehadetiyle en efdal, en yüksek olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır.

Madem bu yarı burhanın üç hakikati böyle haber veriyor. Acaba hiç mümkün müdür ki, nev-i beşer, şekâvetiyle bu kadar fenlerin şehadetini cerh edip, bu istikrâ-i tâmmeyi kırıp, meşiet-i İlâhiyeye ve kâinatı içine alan hikmet-i ezeliyeye karşı temerrüd edip, şimdiye kadar ekseriyetle yaptığı gibi, o zâlimâne vahşetinde ve mütemerridâne küfründe ve dehşetli tahribatında devam edebilsin? Ve İslâmiyet aleyhinde bu halin devam etmesi hiç mümkün müdür?
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adem : hiçlik, yokluk
bâtıl : hakka, doğruya ters olan, gerçek olmayan
beşer : insanlık
cüz’î ihtiyar : cüz’î irade, insana ait sınırlı seçme ve dileme özgürlüğü (bk. c-z-e; ḫ-y-r)
âlâ : en üstün (bk. a-l-v)
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
beşer : insanlık
burhan : güçlü delil, kanıt (bk. d-l-l)
cerh etme : yaralama, parçalama
efdal : en faziletli, en üstün (bk. f-ḍ-l)
ehl-i hak ve hakikat : doğru ve gerçeği benimseyip, o yolda yürüyenler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ehl-i hak : hakkı kabul edip doğru yolu takip eden kimseler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ehl-i İslâmiyet : İslâma tâbi olan, Müslümanlar (bk. s-l-m)
ekseriyet : çoğunluk (bk. k-s-r)
emanet-i kübrâ : en büyük emanet, halifelik; başka varlıkların yüklenmekten çekindiği ve insanın yüklendiği İlâhî yükümlülük, halifelik makamındaki kulluk vazifesi (bk. e-m-n; k-b-r)
enva-i kâinat : kâinatın nev’ileri (türleri, sınıfları) (bk. k-v-n)
eşref : en şerefli, en üstün
farz-ı muhal : olmayacak birşeyi olacakmış gibi düşünme, varsayım
galebe : üstün gelme
hadsiz : sayısız, sınırsız
hakikat : asıl, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hakîm-i Zülcelâl : herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan, sonsuz haşmet ve görkem sahibi olan Allah (bk. ḥ-k-m; c-l-l)
halife-i rû-yi zemin : yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunma ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olma özelliği (bk. ḫ-l-f)
halk etme : yaratma (bk. ḫ-l-ḳ)
hikmet-i ezeliye : Allah’ın ezelî hikmeti, herşeyi yerli yerinde ve bir gaye ve faydaya yönelik yapması (bk. ḥ-k-m; e-z-l)
hikmet-i intizam : kâinatta var olan düzenin bir gaye ve faydaya yönelik olarak, mânâlı ve tam yerli yerinde olması (bk. n-ẓ-m)
istikrâ-i tâmme : cüz’î (bireysel) olaylardan hareket ederek küllî (sınıf, tür gibi bir konuda genel) bir hükme varma (bk. d-l-l)
kâinat : evren (bk. k-v-n)
kasem : yemin
küfür : Allah’ın varlığına inanmama, inkâr etme (bk. k-f-r)
küllî : büyük, genel (tür olarak veya türleri etkileyecek şekilde) (bk. k-l-l)
lisân : dil
makam : konum
meşiet-i İlâhiye : Allah’ın dilemesi, iradesi (bk. e-l-h)
mu’cizat : mu’cizeler; Allah tarafından verilip, yalnız peygamberlerin gösterebilecekleri harika işler (bk. a-c-z)
muhalefet etme : karşıt olma, aykırı davranma (bk. ḫ-l-f)
muhalif : aykırı, zıt (bk. ḫ-l-f)
mükerrem : şerefli; ikram ve lûtfa mazhar olan (bk. k-r-m)
müşerref : şerefli, şereflenmiş
mütemerridâne : inatla, inatçı bir şekilde
nev-i beşer : insanlık
nihayet : son derece; son
nizam : düzen, sistem (bk. n-ẓ-m)
nizam-ı ekmel : kusursuz, mükemmel düzen, sistem (bk. n-ẓ-m; k-m-l)
sair : diğer, başka
Sâni-i Zülcemâl : herşeyi san’atla yaratan, sonsuz güzellik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
semâvât : gökler (bk. s-m-v)
seyyarat : gezegenler
şehadet : şahidlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şekâvet : eşkiyâlık, kötü yolda olma
şer : kötülük
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
tâife : topluluk, grup
temerrüd etme : inat etme, ayak direme
zakkum : Cehennemde bulunan ağaç
zâlimane : zâlim bir şekilde (bk. ẓ-l-m)
zerre : atom
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
alâkadar : alâkalı, ilgili
bedahetle : açık bir şekilde
beşer : insanlık
beşeriyet : insanlık
bilbedahe : açıkça
burhan : güçlü delil, kanıt (bk. d-l-l)
cihet : yön
derece-i sukut : düşme derecesi, seviyesi
edna : pek aşağı, en bayağı, çok alçak
elhasıl : kısaca, özetle
envâ-ı kâinat : kâinatın nevi’leri, türleri (bk. k-v-n)
esfel-i safilîn : aşağıların en aşağısı
farz-ı muhal : olmayacak birşeyi olacakmış gibi düşünme, varsayım
fazilet : üstün değer ve kıymet (bk. f-ḍ-l)
fıtrat : mizaç, karakter, yaratılış; yaratılışta var olan temel özellikler (bk. f-ṭ-r)
galebe etme : üstün gelme
galib-i mutlak : mutlak galip; her yönden üstün gelme (bk. ṭ-l-ḳ)
hak : doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri; inançla ilgili gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-m-n)
hakaik-i İslâmiye : İslâmın hakikatleri, gerçekleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; s-l-m)
hakikat : asıl, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık : herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hayat-ı bakiye : devamlı ve kalıcı âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)
iki harb-i umumî : Birinci ve İkinci Dünya Savaşları
istidâdât-ı kemâliye : mükemmel yetenekler (bk. a-d-d; k-m-l)
istikbal : gelecek zaman
istilzam etme : gerektirme
kâinat : evren (bk. k-v-n)
kat’î : kesin
kıyamet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
küllî : büyük ve kapsamlı (bk. k-l-l)
mahlûk : varlık, yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mezkûr : anılan, sözü geçen
mutlak : kayıtsız şartsız, kesin (bk. ṭ-l-ḳ)
muzır : zararlı
mükerrem : şerefli; ikram ve lûtfa mazhar olmuş olan (bk. k-r-m)
müntehap : seçilmiş, seçkin
müsâvi : eşit, denk
nazarında : gözünde, bakışında (bk. n-ẓ-r)
nev-i beşer : insanlık
nevi : tür
niyaz : dua, yakarış
Rahmân-ı Rahîm : sonsuz rahmet, şefkat ve merhameti herşeyi kuşatan ve her bir varlığa hususî şefkat ve merhameti olan Allah (bk. r-ḥ-m)
rahmet : merhamet, ihsan, acıma, esirgeme (bk. r-ḥ-m)
ru-yi zemin : yeryüzü
sair : diğer, başka
sırr-ı hikmet-i ezeliye : Allah’ın herşeyi bir gaye ve faydaya yönelik olarak yapmasındaki sır (bk. ḥ-k-m; e-z-l)
sulh-u umumi : genel barış, dünya barışı (bk. ṣ-l-ḥ)
takarrur etme : gerçekleşme, karar kılma
temin etme : sağlama (bk. e-m-n)
terakkiyat : ilerlemeler, gelişmeler; teknolojide ve medeniyette meydana gelen gelişmeler
vaziyet : durum, hâl
vücut : varlık, var olma (bk. v-c-d)
zakkum şerleri : zakkuma benzeyen şerler, kötülükler (zakkum, tadı çok acı olan bir Cehennem ağacıdır.)
zâlimâne : zâlim bir şekilde, zâlimce (bk. ẓ-l-m)
zarurî : zorunlu, gerekli
zemin : yer, dünya
zîr ü zeber etmek : alt üst etmek
cüz’î : az, küçük; ferdî, bireysel (bk. c-z-e)
ef’âl : fiiler, işler (bk. f-a-l)
ef’âl-i İlâhiye : kâinattaki varlıkları ortaya çıkaran İlâhî fiiller
ekrem : en şerefli, en üstün (bk. k-r-m)
esbab : sebepler (bk. s-b-b)
eşref : en şerefli, en üstün
hadsiz : sınırsız
hakikat : asıl, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî : asıl, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Zülcelâl : sonsuz büyüklük, haşmet sahibi olan ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
halk etme : yaratma (bk. ḫ-l-ḳ)
hikmet : gaye, fayda, san’at; bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma (bk. ḥ-k-m)
hilkat : yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)
hilkat-i kâinat : kâinatın yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ; k-v-n)
hüsün : güzellik (bk. ḥ-s-n)
icadat-ı Rabbaniye : herşeyin Rabbi olan Allah’ın, yarattığı varlıklar (bk. v-c-d; r-b-b)
illet : esas sebep
inkılâp etme : büyük değişim, dönüşüm
istikra-i tâmme : bütün cüz’î olaylardan hareket ederek küllî bir hükme varma; tümevarım; endüksiyon; burada bütün ilimlerin hep birlikte aynı sonuca parmak basmaları kastediliyor (bk. d-l-l)
kâinat : evren (bk. k-v-n)
kubh : çirkinlik
küfriyat : inkâr ve inançsızlığa sebep olan sözler ve işler (bk. k-f-r)
küllî : büyük, genel; sınıfsal (bk. k-l-l)
mabeyn : iki şeyin arası
mahlûk : yaratık, varlık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahlûkat : yaratılmış varlıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
maksat : amaç, gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
maksud : istenen, hedeflenen (bk. ḳ-ṣ-d)
maksud-u hakikî : gerçek maksat, asıl gaye (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
mazhar olma : erişme, nail olma (bk. ẓ-h-r)
mikyas : ölçek (bk. ḳ-y-s)
mizan : ölçü, denge (bk. v-z-n)
muhît : ihatalı, herşeyi kuşatan
muntazam : düzenli, intizamlı (bk. n-ẓ-m)
musallat etme : bir kişinin başına verme, sataştırma
mükerrem : şerefli; ikram ve lûtfa mazhar olan (bk. k-r-m)
mülevves : kirli, bulaşık
müsabaka : yarışma, imtihana tâbi tutulma
netice-i hilkat : yaratılışın neticesi, sonucu (bk. ḫ-l-ḳ)
san’at-ı İlâhiye : İlâhî san’at; Cenâb-ı Hakkın varlıklarda sergilediği eşsiz san’atlar
şer : kötülük
tahkikat : araştırmalar, ayrıntılı incelemeler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
tebeî : başka birşeye tâbi olan, ikinci derecede olan, dolaylı
tecrübe-i umumî : genele ait tecrübe, umumî deneyler ve incelemeler
tekemmül : mükemmelleşme, gelişme, ilerleme (bk. k-m-l)
terakkiyat : ilerlemeler, gelişmeler
teselsül etme : zincirleme devam etme, ard arda gelme
vâhid-i kıyasî : ölçü birimi (bk. v-ḥ-d)
vesile : vasıta, araç
zahirî : gözle görülebilen, görünürde olan (bk. ẓ-h-r)
zemin yüzü : yeryüzü, dünya
zulmî : zulümle bağlantılı, zulme ait (bk. ẓ-l-m)
Yükleniyor...