DÖRDÜNCÜ KELİME: Bütün hayatımda, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeden kat’î bildiğim ve tahkikatların bana verdiği netice şudur ki:

Muhabbete en lâyık şey muhabbettir; ve husumete en lâyık sıfat husumettir. Yani, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır. Ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi zîr ü zeber eden düşmanlık ve adavet, herşeyden ziyade nefrete ve adavete ve ondan çekilmeye müstahak ve çirkin ve muzır bir sıfattır. Bu hakikat Risale-i Nur’un Yirmi İkinci Mektubunda izahıyla beyan edildiğinden burada kısa bir işaret ediyoruz. Şöyle ki:
Husumet ve adavetin vakti bitti. İki harb-i umumî adavetin ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı tezahür etti. Öyleyse, düşmanlarımızın seyyiatı—tecavüz olmamak şartıyla—adavetinizi celb etmesin. Cehennem ve azab-ı İlâhî kâfidir onlara...

Bazan insanın gururu ve nefisperestliği, şuursuz olarak, ehl-i imana karşı haksız olarak adavet eder; kendini haklı zanneder. Hâlbuki, bu husumet ve adavetle, ehl-i imana karşı muhabbete vesile olan iman, İslâmiyet ve cinsiyet gibi kuvvetli esbabı istihfaf etmektir, kıymetlerini tenzil etmektir. Adavetin ehemmiyetsiz esbablarını, muhabbetin dağ gibi sebeplerine tercih etmek gibi bir divâneliktir.

Madem muhabbet adavete zıttır; ziya ve zulmet gibi hakikî içtima edemezler. Hangisinin esbabı galip ise, o hakikatiyle kalbde bulunacak; onun zıddı hakikatıyla olmayacak. Meselâ, muhabbet hakikatiyle bulunsa, o vakit adavet şefkate, acımaya inkılâp eder. Ehl-i imana karşı vaziyet budur. Yahut adavet hakikatiyle kalbde bulunsa, o vakit muhabbet, mümaşat ve karışmamak, zahiren dost olmak sûretine döner. Bu ise tecavüz etmeyen ehl-i dalâlete karşı olabilir.

Evet, muhabbetin sebepleri, iman, İslâmiyet, cinsiyet ve insaniyet gibi nuranî, kuvvetli zincirler ve mânevî kal’alardır. Adavetin sebepleri, ehl-i imana karşı küçük taşlar gibi bir kısım hususî sebeplerdir. Öyle ise, bir Müslümana hakikî adavet eden, o dağ gibi muhabbet esbablarını istihfaf etmek hükmünde büyük bir hatâdır.

Elhasıl: Muhabbet, uhuvvet, sevmek, İslâmiyetin mizacıdır, rabıtasıdır. Ehl-i adavet, mizacı bozulmuş bir çocuğa benziyor ki, ağlamak ister; birşey arıyor ki onunla ağlasın. Sinek kanadı kadar ehemmiyetsiz birşey, ağlamasına bahane olur. Hem insafsız, bedbîn bir adama benzer ki, sû-i zan mümkün oldukça hüsn ü zan etmez. Bir seyyie ile on haseneyi örter. Bu ise, seciye-i İslâmiye olan insaf ve hüsn-ü zan bunu reddeder.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adavet : düşmanlık
azab-ı İlâhî : İlâhî azap (bk. e-l-h)
bedbîn : kötümser, herşeyin kötü yönünü gören
celb etme : çekme
adavet : düşmanlık
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, güvenlik ortamı
beşer : insanlık
emniyet-i umumiye : genel güvenlik, toplum güvenliği (bk. e-m-n)
fena : kötü, çirkin
fetvâ : bir mesele hakkında ehil olan kimse tarafından verilen dinî hüküm
had : sınır, çizgi
hakikat : gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlis : içten, katıksız, samimî (bk. ḫ-l-ṣ)
hayat-ı içtimaiye-i beşeriye : insanlığın sosyal hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
husumet : hasımlık, düşmanlık
hükm-ü fetvâ : fetvanın verdiği hüküm, yargı (bk. ḥ-k-m)
iki harb-i umumî : iki dünya savaşı (Birinci ve İkinci Dünya Savaşları)
illet : esas sebep, maksat
inkılâp : büyük çaplı değişme
kasretme : kısaltma
kat'î : kesin
kizb : yalan
maslahat : fayda, yarar (bk. ṣ-l-ḥ)
meşakkat : güçlük, zorluk
muayyen : belirlenmiş, kararlaştırılmış
muhabbet : sevgi (bk. ḥ-b-b)
muzır : zararlı
müstahak : hak eden (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
rû-yi zemin : yeryüzü
saadet : mutluluk
sarf etmek : harcamak, kullanmak
sefer : yolculuk
sevk etme : yöneltme, yönlendirme
sû-i istimal : kötüye kullanma
sû-i tesir : kötü tesir, etki
sukut : düşme, yıkılma
sükût etmek : susmak
sükût : sessiz kalma, susma
tahkikat : birşey hakkında yapılan araştırmalar, soruşturmalar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
tahrip edici : yıkıcı, bozucu
temin etme : sağlama (bk. e-m-n)
tezvirat : iftiralar, yalan-dolan şeyler
umumî harpler : bütün dünyayı olumsuz olarak etkileyen savaşlar; Birinci ve İkinci Dünya Savaşları
zîr ü zeber olma : alt üst olma, yıkılma
ziyade : çok, fazla
divânelik : delilik
ehemmiyetsiz : önemsiz
ehl-i adavet : düşmanlık hissi besleyenler
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapan kimseler (bk. ḍ-l-l)
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’ın bildirdiği herşeye inananlar, mü’minler (bk. e-m-n)
elhasıl : kısaca, özetle
esbab : sebepler (bk. s-b-b)
hakikat : gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî : gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hasene : iyilik, sevap (bk. ḥ-s-n)
husumet : düşmanlık, hasımlık
hususî : özel
hüsn-ü zan : başkaları hakkında iyi zanda bulunma (bk. ḥ-s-n)
içtima : toplanma, bir araya gelme (bk. c-m-a)
inkılâp etme : değişme, dönüşme
insaf : merhamet ve adalet dairesinde hareket
insafsız : vicdansız
insaniyet : insanlık
istihfaf : hafife alma
kâfi : yeterli
meşveret-i şer'iye : İslâm’a uygun olan danışma ve istişare (bk. ş-r-a)
mizaç : temel özellik, temel yapı; huy, tabiat, yaratılış
muhabbet : sevgi (bk. ḥ-b-b)
mümaşat : beraber hareket etme, ayak uydurma
nefisperest : nefsin arzu ve isteklerine çok düşkün olan (bk. n-f-s)
nuranî : aydınlık, ışık saçan (bk. n-v-r)
rabıta : bağ
seciye-i İslâmiye : İslâmın temel özellikleri (bk. s-l-m)
seyyiat : kötülükler
seyyie : kötülük, günah
sırr-ı hikmeti : hikmetinin sırrı, esprisi; ilmî açıklaması (bk. ḥ-k-m)
sirayet etme : yayılma, başkalarına geçme
sû-i zan : kötü zanda bulunma
sûret : şekil, görünüş (bk. ṣ-v-r)
şuursuz : bilinçsiz (bk. ş-a-r)
tecavüz : haddi aşma, ileri gitme (bk. c-v-z)
tenzil : indirme, alçaltma (bk. n-z-l)
terakki etme : ilerleme, gelişme
tezahür etme : belirme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)
uhuvvet : kardeşlik
vaziyet : durum, hâl
zahiren : dış görünüş itibariyle (bk. ẓ-h-r)
ziya : ışık, parlaklık
zulmet : karanlık (bk. ẓ-l-m)
Yükleniyor...