وَاِذَا قِيلَ لَهُمْ اٰمِنُوا كَمَآ اٰمَنَ النَّاسُ قَالُوۤا أَنُؤْمِنُ كَمَآ اٰمَنَ السُّفَهَآءُ أَلاٰۤ اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَآءُ وَلٰكِنْ لاَيَعْلَمُونَ 1
Yani, “Halkın imana geldikleri gibi siz de imana geliniz, diye imana dâvet edildikleri zaman, ‘Süfeha takımının imana geldiği gibi biz de mi imana geleceğiz?’ diye cevapta bulunurlar. Fakat süfeha takımı ancak ve ancak onlardır; lâkin bilmiyorlar.”

Bu âyeti makabliyle rabt ve nazm eden cihetlere gelince: Bu iki âyet münafıkların cinayetlerini hikâye ettiği gibi, onlara hem nasihat, hem irşad vazifesini de görüyor. Binaenaleyh, bu iki âyetin arasındaki atıf, ya onların mü’minlere isnat ettikleri sefahet cinayetini kendilerinin arzda yaptıkları ifsat cinayetine atıftır, veyahut emr-i bilmârufu tazammun eden ikinci âyet, nehy-i anilmünkeri ifade eden birinci âyete atıftır. Demek bu iki âyet arasındaki cihetü’l-vahdet, ya cinayettir veyahut irşaddır.

Bu âyetteki cümlelerin arasındaki cihet-i irtibat ise: Vakta ki
2 وَاِذَا قِيلَ لَهُمْ اٰمِنُوا كَمَآ اٰمَنَ النَّاسُ cümlesiyle farz-ı kifâye olan nasihat vazifesi ifa edilmek üzere kâmil insanlardan ibaret olan cumhur-u nasa ittibaen, hâlis bir imana dâvet edildikleri zaman, onların enaniyet-i cahiliyeleri heyecana gelerek 3 قَالُوا أَنُؤْمِنُ كَمَآ اٰمَنَ السُّفَهَآءُ deyip gurur ve inatlarında ısrar ettiler ve “Dâvâmız haktır ve bizler hak üzereyiz” diye bâtıl ve inatçıların âdeti gibi bâtıl dâvâlarını hak ve cehaletlerini ilim iddia ettiler. Çünkü onların nifakla kalpleri fesada uğramıştır. Şüphesiz fâsit olan bir kalb, gururlu olur ve ifsadata meyleder. Binaenaleyh, onlar kalblerinin fâsid olmasından temerrüt ve inat ediyorlar.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Bakara Sûresi, 2:13.
2 : “Onlara ‘diğer insanlar gibi iman edin’ denildiğinde.” Bakara Sûresi, 2:13.
3 : “Beyinsizlerin (dindar ve imanlı olanların) inandıkları gibi mi inanalım? dediler.” Bakara Sûresi, 2:13.
Önceki Risale: 11-12. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 14-15. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

arz : dünya
atıf : bağlama, ulaştırma. (Ar. gr.) bağlaç; kendinden öncesiyle sonraki kelime veya cümle grubu arasındaki irtibatı sağlayan edat, bağlaç; “vav” harfi gibi
bâtıl : doğru olmayan, yalan, yanlış
binaenaleyh : bundan dolayı
cehalet : cahillik
cihet-i irtibat : bağlantı yönü
cihetü’l-vahdet : birlik yönü
cumhur-u nas : halkın çoğunluğu
dâvâ : iddia
emr-i bilmâruf : iyiliği emretme
enaniyet-i cahiliye : cahillikten gelen gurur
farz-ı kifâye : dinen mutlaka yerine getirilmesi gereken ancak bir kısım Müslümanın yapması ile diğerlerinin üzerinden düşen vazife, cenaze namazı kılmak gibi
fâsit : bozuk
fesad : bozukluk, karışıklık
hâlis : içten, katıksız, samimi
hikâye etmek : anlatmak
ifsâdât : bozgunculuklar
ifsat : bozgunculuk, kargaşa
irşad : doğru yolu gösterme
isnat etme : dayandırma
ittibaen : tabi olarak, uyarak
kâmil : fazilet sahibi, olgun
lâkin : ama, fakat
makabli : öncesi
mü’min : iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
nazm etmek : dizmek, tertip etmek, düzenlemek
nehy-i ani’l-münker : kötülükten sakındırma
nifak : münafıklık, ikiyüzlülük
rabt : bağlama
sefahet : ahmaklık, beyinsizlik
süfeha : sefihler beyinsizler, ahmaklar
tazammun etmek : içermek, içine almak, kapsamak
temerrüt : inat
vakta : ne zaman
Yükleniyor...