Sual: 1 وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَآءِ مِنْ جِباَلٍ فِيهَا مِنْ بَرَدٍ âyet-i kerimesinin zahirine göre yağmurun nüzulü, doludan müteşekkil semâda bulunan dağlardandır. Bunun izahı nasıldır?

Elcevap: Bir kelâmın belağate uygun, akla muvafık, mantığa mutabık olmadığı halde mânâ-yı zahirisîne yapışıp, zahirinden ayrılmaması, o kelâm için bir cümudiyet ve bir sönüklüktür. Zira, Cennetin yemek kaplarının vasıfları hakkında 2 قَوَارِيرَ مِنْ فِضَّةٍ cümlesi, bir istiâre-i bediiyeyi tazammun ettiği gibi 3 مِنْ جِباَلٍ فِيهَا مِنْ بَرَدٍ cümlesi dahi bir istiare-i bediiyeyi ihtiva etmektedir. Şöyle ki: Cennetin kapları ne şişeden ve ne de gümüşten olmadıklarından, bu cümlenin mânâ-yı zahirîsine hamli caiz değildir. Çünkü o kaplara “gümüşten yapılmış şişeler” denilemez. Zira, her iki unsur arasında mutabakat yoktur. Ancak قَوَارِيرَ مِنْ فِضَّةٍ cümlesinden, mânâ-yı mecazî ile hem şişenin şeffafiyeti, hem gümüşün beyazlığı kastedilmiştir. Yani “O kaplar, şişe gibi şeffaf, gümüş gibi beyazdırlar.”

Kezalik, مِنْ جِباَلٍ فِيهَا مِنْ بَرَدٍ cümlesi de, iki istiâreyi tazammun etmiş. Bu istiâreler sâmiin şairane bir hayaline müessestir; bu hayalde âlem-i süflî ile âlem-i ulvî arasında bir nevi müşabehet ve mümaseleti mülâhaza etmeye mebnîdir. Yani, âlem-i süflî denilen arz, mevasim-i erbaada, bilhassa bahar mevsiminde nasıl türlü türlü şekillere girer ve envâen ziynetli, nakışlı elbiseleri giyer, ayrı ayrı manzaraları gösterir; âlem-i ulvî olan semavat dahi, bilhassa bulutlarıyla pek garip ve acip keyfiyetlere, suretlere, renklere girer çıkar, âdetâ her iki âlem birbirine rekabet ederler.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “O, gökten, oradaki dağ gibi bulutlardan dolu indirir.” Nur Sûresi, 24:43.
2 : “Gümüş beyazlığında, billûr berraklığında kaplar...” İnsan Sûresi, 76:16.
3 : “Oradaki dağ gibi bulutlardan dolu indirir.” Nur Sûresi, 24:43.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: 16. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 21-22. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : hayrette bırakıcı, hayranlık verici
âlem-i süflî : aşağı âlem; dünya
âlem-i ulvî : yüksek âlem; semâ
arz : dünya
belâgat : sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
bilhassa : özellikle
caiz : sakıncasız, doğru
cümudiyet : donukluk; sönüklük
envâen : çeşit çeşit
haml : yükleme (…göre anlamlandırma)
ihtiva etmek : içermek, içine almak
istiâre (bediiye)/istiâre-i bediiye : istiarenin en mükemmel şekli, eşsiz, benzersiz istiare; bir kelimenin mânâsını geçici olarak başka bir mânâda kullanmak
istiâre : bir benzerlikten dolayı bir kelimenin mânâsını geçici olarak alıp başka bir mânâ için kullanmaktır. “Bugün hamamda bir arslan gördüm” gibi
izah : açıklama
kelâm : ifade, söz
keyfiyet : durum, nitelik, özellik
kezalik : bunun gibi
mânâ-yı mecazî : asıl anlam dışında kast edilen diğer bir anlam
mânây-ı zahiri : görünürdeki mânâ; söyleyenin maksadı, düşünülmeye muhtaç olmadan anlaşılan söz
mebnî : dayanır, istinad eder
mevasim-i erbaa : dört mevsim
mutabakat : uygunluk, uyum
mutabık : uygun
muvafık : lâyık, uygun
müesses : kurulmuş, kurulu
mülâhaza etme : dikkatle bakma etraflıca düşünme
mümaselet : benzerlik
müşabehet : benzeyiş, benzerlik
müteşekkil : meydana gelmiş, oluşmuş
nevi : çeşit, tür
nüzul : inme, yağma
sâmi : işiten, kulak veren
semavat : gökler
şairâne : şairce, şair gibi
şeffafiyet : şeffaflık, saydamlık
tazammun etme : içine alma, kapsama
vasıf : nitelik, özellik
zahir : dış anlam, söyleyenin maksadı, düşünülmeye muhtaç olmadan anlaşılan söz
zira : çünkü
Yükleniyor...