Sonra müsebbebatın esbapla zahirde bağlı olduğuna binaen, bulutlar, havada münteşir olan buhar-ı mâiden izn-i İlâhî ile teşekkül ederler. Bu bulutların hikmet-i Rabbaniye ile bir kısmı menfî elektriği hâmildir, bir kısmı da müsbet elektriği hâmildir. Bu kısımlar birbirine yaklaşıp, aralarında müsademe hasıl olduğunda, irade-i Hâlık ile berk tevellüd eder. Bulutların bir kısmı hücum, bir kısmı da firar ettikleri zaman, aralarında havasız kalan yerleri doldurmak için emr-i Rabbanî ile tabakat-ı havaiye hareket ve heyecana geldiğinde ra’d sadâsı, yani gök gürültüsü meydana gelir. Fakat bu hallerin cereyanı bir nizam ve bir kanun altında olur ki, o nizamı ve o kanunu temsil eden, ra’d ve berk melekleridirler.

Sual: Ra’d ve berkin zulümat kelimesine atıflarından anlaşılır ki, bunların zarfı yağmurdur. Halbuki zarfları buluttur, yağmur değildir.

Elcevap: Dehşetinden bayılmış olan sâmice, o yağmurun herşeyi ihata etmiş olduğu zannedildiğine göre, ra’d ve berk de yağmurun içine aldığı şeylere dahildir.

Sual: Zulümatın aksine, ra’d ve berkin müfred sigasıyla zikirleri neye işarettir?

Elcevap: Yolcuların en çok nazar-ı hayretlerini celb eden, semavatın bağırmasıyla mevcudatı âni olarak ışıklandırmasıdır. Bunlar ise mânâ-yı masdarîdir. Mânâ-yı masdarî müfred olur, fert ile ifade edilir. Ve keza ra’d olsun, berk olsun, semavî ayetlerden efradı pekçok birer nevidirler. Burada onlardan maksat nevileridir, efradları değildir. Onun için müfred olarak zikredilmişlerdir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: 16. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 21-22. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

atıf : bağlanma, gönderilme
berk : şimşek
binaen : -dayanarak
buhar-ı mâi : su buharı
celb etmek : çekmek
cereyan : oluşma, vuku bulma
efrad : fertler, bireyler
emr-i Rabbânî : bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah’ın emri
esbap : sebepler
firar etmek : kaçmak
hâmil : yüklü, taşıyıcı
hasıl olmak : meydana gelmek
hikmet-i Rabbâniye : Allah’ın her şeyi terbiye ederek, muhtaç olduğu şeyleri verip bir fayda ve gayeye yönelik olarak, anlamlı ve yerli yerinde yaratması
ıvaz : karşılık, bedel
ihata etmek : kuşatmak, kapsamak
intizam : düzenlilik
irade-i Hâlık : Yaratıcının iradesi
izn-i İlâhi : Allah’ın izni
keza : bunun gibi
mahzuf : silinmiş; var olup da söylenmemiş lafız
mânâ-yı masdarî : masdar mânâsı
menfî : negatif
mevcudat : varlıklar
müekkel : görevli, vekil tayin edilmiş
müfred siga : gr. tekil kalıp, kip
müfred : gr. tekil
mümessil : temsilci
münteşir : yayılmış olan, dağılmış
müsademe : çarpışma
müsbet : pozitif
müsebbebat : sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan şeyler, neticeler, sonuçlar
nazar-ı hayret : hayretli bakış
nevi : çeşit, tür
nizam : düzen
ra’d : gök gürültüsü
sadâ : ses
sâmice : işitence
semâvî âyetler : Cenab-ı Hakkın varlığına ve birliğine işaret eden gökyüzündeki deliller
tabakat-ı havaiye : hava tabakaları, atmosfer
takdir-i kelâm : sözün gelişi; sözde zikredilmeyen bir lafzı sözün gelişinden anlayıp belirtmek
tedvir : çekip çevirme, idare etme
tenvin : gr. kelimenin sonuna gelen iki üstün (en), iki esre (in), iki ötre (ün)
teşekkül etmek : oluşmak, meydana gelmek
tevellüd etmek : doğmak
yed-i salâhiyet : yetki eli, alanı
zahir : görünür, dış
zarf : kılıf, kap
zulümat : karanlıklar
Yükleniyor...