﴾اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ﴿ Bu cümle, “Biz istersek, Kur’ân’ın mislini yaparız” diye evvelce sarf ettikleri sözlerine işarettir.

Ve keza, onların yalancı olduklarına bir târizdir. Yani, “Sıdk erbabı değilsiniz, ancak safsatacı adamlarsınız. Evet, siz hakkı talep ederken rayb, şüphe kuyusuna düşmediniz. Ancak rayb, şek ve şüphelere koşarken içine düşmüş kafasız adamlarsınız.”

İhtar: 1 اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ cümlesinin cezaü’ş-şartı, mâkablinin hülâsasıdır. Takdir-i kelâm: اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ تَفْعَلُوا Yani: “Sözünüzde sadık olsaydınız, yapacaktınız.”

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ 2
Arkadaş! اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ تَفْعَلُوا cümlesi, onların aleyhine bir kıyas-ı istisnaîyi tazammun etmiştir. O kıyasın sûret-i teşekkülü: “Eğer sadık olsaydınız, yapacaktınız. Lâkin yapamadınız; öyleyse sadık değilsiniz.” Fakat Kur’ân-ı Kerim, mukaddeme-i istisnaiye yerinde, yani “Lâkin yapamadınız”a bedel, 3 فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا ilâ âhir cümlesini, şekki ifade eden اِنْ ile söylemiştir. Bunun esbabı ise, onların, “Yapacağız” diye ettikleri zannı bir derece okşamak içindir.

Ve keza, o kıyasın neticesi olan “Sadık değilsiniz” yerine de, o neticenin üçüncü derecede lâzımının illeti olan 4 فَاتَّقُوا النَّارَ söylemiştir. Takdir-i kelâm: “Eğer sadık olsaydınız, yapacaktınız. Lâkin yapamadınız. Öyleyse sadık değilsiniz. Öyleyse hasmınız olan Resul-i Ekrem sadıktır. Öyleyse Kur’ân, mu’cizdir. Öyleyse iman ve tasdikiniz lâzımdır ki, ateşe düşmeyesiniz.” ...فَاتَّقُوا النَّارَ Bu emr-i ilâhî, onlara yapılan tehditleri dehşetlendiriyor.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Eğer iddianızda sadıksanız.” Bakara Sûresi, 2:23.
2 : “Bunu yapamazsanız ki, elbette yapamayacaksınız, Cehennem ateşinden sakının.” Bakara Sûresi, 2:24.
3 : “Bunu yapamazsanız ki...” Bakara Sûresi, 2:24.
4 : Cehennem ateşinden sakının.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: 21-22. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 25. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

cezaü’ş-şart : şart cümlesinin karşılığı ve cevabı olarak gelen kısım, meselâ, “gelirsen görüşürüz” cümlesinde “görüşürüz” cezaü’ş-şarttır
esbab : sebepler
hasmınız : düşmanınız, rakip
hülâsa : öz, özet
ihtar : hatırlatma, uyarma, ikaz
ilâ âhir : sonuna kadar
illet : asıl sebep, maksat
keza : bunun gibi
kıyâs-ı istisnâî : neticesi veya zıddı bizzat kendisinde zikredilen kıyas. “Güneş çıkarsa gündüz olur" cümlesi gibi. Eğer "Güneş çıktı" denilmişse, o esnada gündüz olduğu kastedilir. Tam tersine, "Güneş yok" denilince, peşinden “Gündüz değil" hükmü verilir
lâkin : ama, ancak
mâkabli : öncesi
misl : benzer, eş
mu’ciz : mu’cize; Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey
mukaddeme-i istisnai : istisnaî kıyasta birinci önerme, öncül (bk. ḳ-y-s
rayb : şüphe
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
sadık : doğru sözlü, dürüst
safsatacı : yalan ve uydurma şey konuşan kimse
sarf etmek : kullanmak
sıdk erbabı : doğru kimseler
sûret-i teşekkül : oluşum şekli, formatı
şek : şüphe, tereddüt
takdir-i kelâm : sözün gelişi; lâfız olarak zikredilmediği halde, görünen lâfzın altında kapalı olarak bulunan söz, mânâ
târiz : dokundurma, iğneleme, taş atma; sözde bir yönü göstererek başka bir yönü kastetme san’atı, meselâ; insanlara zarar veren kimseye “İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır.” diyerek o kimsenin hayırlı biri olmadığını söylemek gibi
tazammun etmek : içermek, içine almak
Yükleniyor...