1. Onlar, herşeye, me’lûflarına baktıkları nazarla bakıyorlar.

2. Onlar, insanın zihninin, fikrinin, lisanının, sem’inin cüz’î olduklarını ve cüz’î olduklarından, kasten ve bizzat iki şeye beraber taallûk edemediklerini nazara almışlardır.

3. Himmetin yüksek ve alçak kısımlarını tefrik eden mikyasın, iştigal ve ihtimamdan ibaret olduğunu düşünmüşlerdir. Yani, yüksek şeylere ihtimam edenin himmeti yüksektir, alçak işlerde iştiğal edenin himmeti alçaktır.

4. Kıymet ve azametin, himmet nisbetinde olduğunu zannetmişlerdir. Hatta küçük veya alçak birşeyi, yüksek ve büyük şahıslara isnad etmezler. Güya azîm insanlar, kıymeti olmayan şeylere tenezzül etmezler ve zayıf, küçük birşey, o büyük himmet ve azameti tahammül edemez.

İşte o boş kafalılar, bu noktalara istinaden, Cenâb-ı Hakkı da insanlara kıyas ederek diyorlar ki: “Allah, celâl ve azametiyle, insanların konuştukları gibi nasıl insanlar ile tekellüm etmeye tenezzül eder? Ve bu cüz’î ve hakîr şeylerden nasıl bahseder? Azametine yakışır mı?”

Acaba o süfeha takımı, Allah’ın iradesi, ilmi, kudreti gibi sair sıfatlarının da küllî, umumî, şâmil, muhît olduklarını bilmezler mi? Ve yine bilmezler mi ki, Cenâb-ı Hakkın azametine mikyas, ancak mecmu’ âsârıdır; yalnız bir eser mikyas olamaz? Ve yine bilmezler mi ki, Cenâb-ı Hakkın tecellîsine mîzan olacak, kâffe-i kelimatıdır ki, eşcar kalem, denizler mürekkep olsa, o kelimatı yazıp bitiremezler? HAŞİYE

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : Bu mealdeki âyette bir mübalâğa, bir müzayede görünür. Fakat hakikate, vakıa bakılırsa, ziyadelik yoktur. Çünkü, kelime, bir mânâyı ifade eden şeye denir. Amma nahvîlerin lâfz ile takyid ve tahsis ettikleri, onlara mahsus bir ıstılahtır. Evet, biri kal, diğeri hal olmak üzere iki lisan vardır. Lisân-ı kalin kelimatı elfaz ise, lisân-ı halin kelimatı da ahvaldir. Binaenaleyh, kudsî şâirin وَفِى كُلِّ شَىْءٍ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ dediği gibi, “Kitab-ı kebiri kâinatta yaratılan herhangi birşey, Hâlıkın azametine delâlet eden bir kelime-i hâliyedir.” Eşcar ile denizler, kâinat kitabında mevcut kelimat-ı hâliyelerin yazılmasına kâfi geldiği takdirde, o denizlerin katreleri, o ağaçların zerreleri birer hâlî kelime olduğundan, onların da yazılması için mürekkep, kalem lâzımdır. Öyleyse, onlar için de, onlar kadar başka eşcar ve denizler lâzımdır. Ve hâkezâ, herbir birincinin katreleri ve kelimatı yazıldıktan sonra, ona da onun kadar ikinci bir takım eşcar ve denizler lâzımdır. Hal böylece ilâgayrınnihaye teselsül eder, gider. Cenâb-ı Hakkın kelimatı, yani Cenâb-ı Hakkın azametine delâlet eden kelimat-ı hâliyesi bitmez. Demek hakikatte {{1}} قَبْلَ اَنْ تَنْفَدَ كَلِماَتُ رَبِّى وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَداً âyetinin ifade ettiği mânâda hiçbir cihetle mübalâğa, müzayede yoktur, belki tenakus vardır (Mütercim Abdülmecid). {{1}} “De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa, hattâ bir o kadarını daha getirip ilâve etsek, Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenirdi.” Kehf Sûresi, 18:109.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: 25. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 28. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

azamet : büyüklük
azîm : büyük
celâl : büyüklük, haşmet
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
cüz’î : az, küçük, ferdî
eşcar : ağaçlar
güya : sanki
hakikat : gerçek
hakîr : küçük, kıymetsiz
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
himmet : ciddi gayret, yardım
ihtimam etme : itina, özen gösterme, önemseme
isnad etme : dayandırma
istinaden : dayanarak
iştigal : meşgul olma, uğraşma
kâffe-i kelimat : bütün kelimeler
kasten : bilerek, isteyip yönelerek
kelimat : kelimeler, sözler
kıyas etme : karşılaştırma
kıyas-ı maalfârık : birbirine benzemeyen şeyler arasında yapılan geçersiz kıyas
kudret : Allah’ın sonsuz güç ve iktidarı
küllî : fertleri içine alan tür, büyük ve kapsamlı
lâfz : söz, kelime
lisan : dil
me’lûf : alışılan şey
meâl : açıklama, anlam
mecmu’ âsâr : eserlerin bütünü, yaratılmış varlıkların hepsi
mikyas : ölçek, ölçü
mîzan : tartı, ölçü
mugalâta : safsata, demagoji; aldatmak maksadıyla yanıltıcı sözler söyleme
muhît : herşeyi kuşatan, kuşatıcı
mübalağa : aşırılık, abartı
müzayede : fazlalık
nâhvî : Arapça dil bilimci, uzman
nazar : bakış, bakış açısı
nazara almak : dikkate almak
nisbet : oran, ölçü
sair : diğer, başka
sem’ : işitme
sevk etme : gönderme
sıfât : sıfatlar; Allah’ın yüce Zâtını niteleyen İlâhî özellikler, ilim, kudret, hayat gibi
süfeha : beyinsizler, ahmaklar, cahiller
şamil : kapsamlı
taallûk etmek : ilgili olmak, bağlanmak, ilişmek
tahammül etme : taşıma, dayanma, katlanma
takyid : genel bir mânâ ifade eden bir sözü, nitelik, durum, gaye ve belirli şartlara bağlı olarak bir mânâya gelecek şekilde sınırlama
tecellî : Cenâb-ı Hakkın isim ve sıfatlarının yansıması, görünmesi
tefrik etme : ayırt etme
tekellüm etme : konuşma
temsil : analoji, kıyaslama tarzında benzetme
tenezzül : inme, seviyesine düşme
umumî : genel
vakıa : gerçek, uygulamada olan
ziyade : çok, fazla
Yükleniyor...