Meselâ, şems âkıl, ihtiyar ve irade sahibi farz edilse, ziyasını bütün âleme neşrettiği bir sırada, pis, mülevves bir zerre de onun ziyasından istifade ettiği vakit, şemse karşı “Niçin bu pis, bu mülevves zerreyle meşgul oldu ve niçin ona ziyasını verdi?” diye itiraz edilebilir mi? Hâşâ! Şemsin azametine bir nakîse gelir mi? Yok.

Binaenaleyh, Allahü Teâlâ, gayet büyük olan bu âlemi, büyük bir san’atla ve büyük bir ihtimamla halk ettiği gibi, cevher-i fert ile tâbir edilen zerre de Onun destgâh-ı kudretinden çıkan bir eser-i san’atıdır. Çünkü o büyük kudretin nazarında, cevahir-i fert, yani zerrelerle nücum-u seyyare, yani gezici yıldızlar müsavidirler. Zira o büyük Allah’ın kudreti, ilmi, iradesi, kelâmı, zâtî sıfatlarıdır, Zât-ı Akdese lâzımdırlar. Onlarda teceddüd yok, ziyade ve noksan olmaya kabiliyet yok, tagayyürleri yok ki mertebeleri olsun. Maahaza, acz bu sıfatların zıddı olduğundan, onların içine girip oturamaz. Binaenaleyh, kudret-i İlâhiyede zerre ile şems arasında fark yoktur.

Meselâ, terazinin her iki gözünde iki güneş veya iki zerre bulunduğu farz edilse, aralarında müsavat ve muvazene bulunduğundan, hariçten bir kuvvet bir gözüne basarsa, öteki göz havaya kalkar. İster o gözde zerre olsun, ister güneş olsun, o kuvvete göre farkları yoktur, ikisi de birdir.

Kezalik, mümkün olan bir şeyin tarafeyni, yani vücut ve ademi arasında, terazinin gözleri gibi müsavat olduğundan, kudret-i ezeliye hangi tarafa basarsa, öteki taraf heba gibi havaya kalkar. Güneş, sinek, zerre, bu hususta hepsi de birdir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: 25. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 28. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahval : haller, durumlar
âkıl : akıl sahibi, akıllı
azamet : haşmet, yücelik, büyüklük
binaenaleyh : bundan dolayı
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
cevher-i fert : atom
cihet : tarz, şekil
delâlet etme : delil olma, işaret etme
destgâh-ı kudret : kudret tezgâhı
elfaz : lafızlar, sözler
eser-i san’at : san’at eseri
eşcar : ağaçlar
hâkezâ : böylece, bunun gibi
hâl : tavır, davranış
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
halk etme : yaratma
hâşâ : asla, kesinlikle öyle değil
ıstılah : ittifak, görüş birliği; belli bir topluluğun, bir meslek ve ilim erbabının bir kelimeyi sözlük mânâsından çıkararak o kelimeye özel bir anlam yükleyip başka bir mânâda ittifakla kullanmaları
ihtimam : özen, itina
ihtiyar : irade, istek, tercih
ilâgayrınnihaye : sonsuza kadar
istifade etme : faydalanma
kâfi : yeterli
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kàl : söz, konuşma
katre : damla
Kehf Sûresi : Kur’ân-ı Kerim’in 18. sûresi
kelâm : kelime, ifade
kelimat : kelimeler, sözler
kelimat-ı hâliye : halle anlatılan kelimeler, hal ve hareketlerin ifade ettiği mânâlar
kitab-ı kebir-i kâinat : büyük kâinat kitabı
kudret : İlâhî güç ve iktidar
kudsî : yüce, büyük
lisan : dil
lisân-ı hal : hal ve davranış dili
lisân-ı kal : sözlü olarak ifade
mübâlâğa : abartma, aşırılık
mülevves : pis, kirli, bulaşık
müsâvi : eşit, denk
mütercim : tercüme eden
müzayede : fazlalaştırma, artırma, çoğaltma
nakîse : eksiklik, noksanlık
neşretme : yayma
nücum-u seyyare : gezen yıldızlar, gezegenler
Rab : herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
şems : güneş
tabir etme : ifade etme, isimlendirme
tahsis : hâs kılma, özelleştirme; genel bir mânâ ve hüküm ifade eden bir sözü, belirli bir hükme mahsus kılma, belirli bir mânâda kullanma
tenakus : eksilme, noksanlaşma
teselsül etme : zincirleme devam etme, ard arda gelme
zâtî : zâtına ait, zâtıyla ilgili
zerre : atom, en küçük madde parçası
zira : çünkü
ziya : ışık
acz : acizlik, güçsüzlük
adem : yokluk
âdi : basit, sıradan
ahvâl : haller, durumlar
bedihî : açık, aşikâr
beşer : insanlık
bilbedahe : açıkça, apaçık bir şekilde
binaenaleyh : bundan dolayı
cihet : taraf, yön
daire-i ilm : ilim dairesi
farz etme : varsayma
fiil : hareket, iş, etki
hakir : hor ve değersiz, küçük, önemsiz
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
halk etme : yaratma
heba : faydasız, boş
hülâsa : kısaca, özetle
iktiza : gerektirme, bir şeyin gereği
itibarla : özellikle
kelâm : kelime, ifade
kezalik : bunun gibi, böylece
kudret-i ezeliye : Allah’ın ezelden beri var olan kudreti, güç ve iktidarı
kudret-i İlâhiye : Allah’ın güç ve iktidarı
maahaza : bununla beraber, bununla birlikte
mahlûk : yaratık, yaratılmış
mugalâta : safsata, demagoji; aldatmak maksadıyla yanıltıcı sözler söyleme
muhâtab : hitap edilen, kendisine karşı konuşulan
muhavere : karşılıklı konuşma
muvazene : ağırlıkta eşitlik, denge
müsâvat : eşitlik, denklik
mütekellim : konuşan
nazara almak : dikkate almak
şems : güneş
tagayyür : başkalaşma, değişme
tarafeyn : iki taraf
teceddüt : yenileme
tefhim : anlatma, bildirme
timsal : görüntü, yansıma
üslûp : ifade tarzı
vücuda gelmek : var olmak, meydana gelmek
vücut : varlık
Zât-ı Akdes : bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah
zerre : atom, en küçük madde parçası
ziyade : çok
Yükleniyor...