1 ﴾وَيَقْطَعُونَ مَاۤ اَمَرَ اللّٰهُ بِهِۤ اَنْ يُوصَلَ﴿ Bu cümledeki emir, iki kısımdır. Birisi, teşriîdir ki, sıla-i rahim ile tâbir edilen akraba ve mü’minler arasında şer’an emredilen muvasala hattıdır. Diğeri, emr-i tekvînîdir ki, fıtrî kanunlarla âdetullahın tazammun ettiği emirlerdir. Meselâ, ilmin i’tâsı, mânen ameli emrediyor; zekânın i’tâsı, ilmi emrediyor; istidadın bulunması, zekâyı; aklın verilmesi, marifetullahı; kudretin verilmesi, çalışmayı; cesaretin verilmesi, cihadı mânen ve tekvînen emrediyor.

İşte o fâsıklar, bu gibi şeylerin arasında şer’an ve tekvînen tesis edilen muvasala hattını kesiyorlar. Meselâ akılları mârifetullaha, zekâları ilme küs olduğu gibi, akrabalara ve mü’minlere dahi dargın olup, gidip gelmiyorlar.

2 ﴾وَيُفْسِدُونَ فِى اْلاَرْضِ﴿ Evet, fıskla bozulan bir adam, bataklığa düşüp çıkamayan bir şahıs gibi, çokların da o bataklığa düşmelerini istiyor ki, maruz kaldığı o dehşetli hâlet, bir parça hafif olsun. Çünkü musibet umumî olursa hafif olur.

Ve keza, bir şahsın kalbinde bir ihtilâl, bir fenalık hissi uyanırsa, yüksek hissiyatı, kemâlâtı sukut etmeye başlar; kalbinde tahribata, fenalığa bir meyil, bir zevk peyda olur. Yavaş yavaş o meyil kalbinde büyür; sonra o şahıs, bütün lezzetini, zevkini tahribatta, fenalıkta bulur. İşte o vakit, o şahıs, tam mânâsıyla arzda yırtıcı bir hayvan, ihtilâli çıkarıp büyüten bir belâ, fesadı durmayıp karıştıran bir âfet kesilir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “O fasıklar, Allah’ın akrabalar ve mü’minler arasında emrettiği bağları keserler.” Bakara Sûresi, 2:27.
2 : “Yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarırlar.” Bakara Sûresi, 2:27.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: 25. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 28. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âdetullah : Allah’ın tabiata koyduğu kanun ve prensipler
âfet : felâket, musibet
ahvâl : haller, durumlar
amel : iş yapma, uygulama; bilgiye uygun hareket etme
arz : yeryüzü, dünya
bâliğ : varan, ulaşan
belâ : büyük sıkıntı
binaenaleyh : bundan dolayı
cihad : din uğrunda çaba harcama
delâlet etme : delil olma, işaret etme
ehl-i ticaret : ticaret yapanlar, tüccarlar
emr-i tekvinî : Allah’ın yaratılışa koyduğu kanun, emir
envâ : çeşitler, türler
faraza : varsayalım ki
fâsık : hak yoldan çıkmış, günahkâr
fenalık : kötülük
fesad : bozgunculuk
fısk : günah
fıtrî : yaratılıştan gelen, tabii
gaip : o anda bulunmayan, görünmeyen
güya : sanki
habis : kötü, pis
had : sınır
hâlet : durum, hâl
harf-i târif : gr. Arapça’da isimlerin başına konulan ve onu belirli ve bilinen hale getiren “elif” ve “lam” takısı
hasâret : zarar, ziyan
hasr : sınırlandırma, ait kılma; bir hükmün yalnızca bir şeye veya bir şahsa verilmesi
hiddet : öfke, kızgınlık
hissiyat : duygular, hisler
hüsran : zarar, kayıp
ıslah : düzelme, arabuluculuk yapma, barıştırma
i’tâ : verme, bahşetme
icap etme : gerektirme
ifsad : bozmak, bozgunculuk yapmak
ihtilâl : karışıklık, bozukluk
ihzar : getirmek; o anda olmayan bir şeyi zihnen huzura getirme, görünür kılma
istidat : kabiliyet, meziyet
izale : giderme, ortadan kaldırma
kat’ : kesme, koparma
kemâlât : iyilikler, olgunluklar, üstün özellikler
kesret : çokluk
keza : bunun gibi, böylece
kudret : güç, kuvvet
mahsus : duyularla hissedilen, algılanan
mahsusiyet : dış duyularla hissedilebilir, algılanabilir
mahz-ı hasâret : sırf zarar, tamamen zarar ve ziyan
mârifetullah : Allah’ı bilme ve tanıma
maruz kalma : tesirinde kalma, uğrama
meyil : arzu, istek
musibet : belâ, sıkıntı
mutlak : kayıtsız, sınırsız; teklik, çokluk veya nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâya delâlet eden lâfız; kitap kelimesi gibi ki her türlü kitabı içine alır
muvasala hattı : iki şey arasındaki bağ, ilişki, irtibat
muvazene : ölçü, denge
muvazene-i mâneviye : mânevî denge
muvazi : denk, eşit
mü’min : iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
münhasır : ait, mahsus, sınırlı
müstahak olma : hak etme, lâyık olma
müşahede : görme, seyretme
müteessir olma : tesir altında kalma, etkilenme
mütemerrid : inatçı, asi, ayak direyen
nakz : bozma
nazar-ı nefret : nefret bakışı
nizam : düzen, kanun, sistem
peydâ olma : meydana gelme
râci : ait, yönelik
rücu : dönme
saadet-i ebediye : sonu olmayan, sonsuz mutluluk
sâmi : dinleyici, işitici
sıla-i rahm : akrabalık bağı, ilişkisi
sukut etme : düşme, alçalma
şâmil : içine alan, kapsamlı
şekavet : mutsuzluk, sıkıntı
şer’an : dinen, şeriata göre
tâbi : bağlı
tabir : ifade, anlatım
tahkir : aşağılama, hakaret etme
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
takyid : sınırsız, genel bir mânâ ifade eden bir sözü, nitelik, durum, gaye bakımından ve belirli şartlara bağlı olarak bir mânâya gelecek şekilde sınırlama
tarik-ı hak : hak ve hakikat yolu
tavsif : vasıflandırma, nitelendirme, özelliklerini anlatma
tazammun etme : içerme, içine alma
tecessüm ettirme : cisimleşme, cisim halinde getirme
tecziye : cezalandırma
tekvînen : kâinat ve fıtrat kanunları ile
teşriî : yasamayla ilgili; şeriata dair, şeriatle belirlenen
umumî : genel
vâki olma : meydana gelme, oluşma
vefâ-i ahid : sözünü yerine getirme, sözünde durma konusu
vesîle : sebep, vasıta
zem : kınama, kötüleme
Yükleniyor...