وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَۤئِكَةِ اِنِّى جَاعِلٌ فِى اْلأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا اَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاۤءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ اِنِّىۤ اَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ 1
Yani, “Düşün o zamanı ki, Rabbin melâikeye hitaben ‘Ben yerde bir halifeyi yaratacağım’ dedi. Melâike de ‘Yerde fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın? Halbuki biz, hamdinle Seni tesbih ve takdis ediyoruz’ dediler. Rabbin de ‘Sizin bilmediğinizi Ben biliyorum’ diye onlara cevap verdi.”

Arkadaş! Melâikenin vücudunu tasdik ve kabul etmek, imanın rükünlerinden biridir. Birkaç makamda bu rüknü ispat ve izah edeceğiz.

Birinci makam: Arzın, ecram-ı ulviyeye nisbeten pek küçük ve süflî olduğu halde canlı mahlûkatla dolu olduğunu görüp âlemin de nizam ve intizamına dikkat eden insan, ecram-ı ulviyenin de o yüksek burçlarında, hayatlı sâkinleri olduğuna kat’î bir şekilde hükmeder.

Evet, o burçlarda melâikenin vücudunu kabul etmeyen adamın meseli şöyle bir adamın meseline benzer: O adam, büyük bir şehre giderken, şehrin bir kenarında pek küçük bir binaya tesadüf eder. Bakar ki insanlarla doludur. Ve arsalarına bakar ki, canlı mahlûkatla dolu. Ve gıdalarına bakar ki, nebatat, balık vesaire gibi hayat şartları yerindedir. Sonra bakar ki, pek uzakta milyonlarca apartmanlar, köşkler var. Aralarında, uzun uzun meydanlar, tenezzühgâhlar bulunur. Fakat, o küçük binadaki insanların hayat şartları, o büyük binalarda bulunmadığından, o yüksek, müzeyyen sarayları, sakinlerden boş, hâli olduğunu itikad eder. Melâikenin vücudunu tasdik eden adamın meseli ise şöyle bir şahsın meseli gibidir: O adam, o küçük hanenin insanlar ile dolu olduğunu görür görmez, bilâ-tereddüt, o yüksek kasırların da hayat yeri ve onlarda da onlara münasip sâkinler bulunduğuna hükmeder.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Bakara Sûresi, 2:30.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: 29. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 31-33. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlem : evren, kâinat
arz : yeryüzü, dünya
bilâtereddüt : tereddütsüz
burç : kule
ecrâm-ı ulviye : gökteki büyük cisimler, gezegenler
fesat : bozgunculuk
hâli : boş, ıssız
halife : yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan
hamd : övgü, teşekkür, minnet
hane : ev
intizam : düzenlilik
itikad etme : inanma
izah : açıklama
kasır : köşk, saray
kat’î : kesin bir şekilde
mahlukât : yaratıklar, yaratılanlar
melâike : melekler
mesel : örnek
münâsip : uygun, denk
müzeyyen : süslenmiş, süslü
nebatat : bitkiler
nisbeten : kıyasla, oranla
nizam : düzen, kanun
Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
rükün : esas, şart
sâkin : oturan, ikamet eden
süflî : aşağı
takdis : Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etme
tasdik : doğrulama, onaylama
tenezzühgâh : seyir ve gezinti yeri
tesbih : Allah’ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
vücud : varlık
Yükleniyor...