Aziz, sıddık kardeşlerim; Ben, pek kat’î bir surette ve bine yakın tecrübelerim neticesinde kat’î kanaatim gelmiş ve ekser günlerde hissediyorum ki, Risale-i Nur’un hizmetinde bulunduğum günde, o hizmetin derecesine göre kalbimde, bedenimde, dimağımda, maişetimde bir inkişaf, inbisat, ferahlık, bereket görüyorum. Hem orada iken, hem burada çok kardeşlerimden aynı hâleti hissettim ve ediyorum. Ve çokları itiraf ediyor ki, “Biz de hissediyoruz” derler. Hatta, size geçen sene yazdığım gibi, benim pek az gıdayla yaşadığımın sırrı, o bereket imiş.

Hem, İmam-ı Şâfiî’den (r.a.) rivayet var ki: “Hâlis talebe-i ulûmun rızkına ben kefalet edebilirim” demiş. “Çünkü rızıklarında vüs’at ve bereket olur.”

Madem hakikat budur ve madem hâlis talebe-i ulûm ünvanına Risale-i Nur şakirtleri bu zamanda tam liyakat göstermişler. Elbette, şimdiki açlık, ve kahta mukabil Risale-i Nur hizmetini bırakmak ve zaruret-i maişet özrüyle maişet peşine koşmak yerine en iyi çare, şükür ve kanaat ve Risale-i Nur talebeliğine tam sarılmaktır.

Evet, her tarafta bu derd-i maişet herkesi sarsıyor. Ehl-i dalâlet bundan istifade eder. Ehl-i diyanet de kendini mâzur bilir, “Zarurettir, ne yapalım” der.

Demek ki, Risale-i Nur şakirtleri, bu açlık, ve zaruret musibetine karşı yine Nurla mukabele etmeli. Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil; belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. O da hizmete ciddî devamla olur.

Size yazmıştık ki, muarızlara adavetle mukabele etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar, ehl-i takvâ, ehl-i ilme karşı dostane vaziyet alınız. Fakat bu noktaya dikkat ediniz ki, Risale-i Nur’un zararına ve şakirtlerinin salâbet ve metanetlerine ilişecek bir tarzda daireniz içine sokmayınız. Öyleler, niyet-i hâliseyle girmese, belki fütur verirler. Eğer enâniyetli ve hodfuruş ise, Risale-i Nur şakirtlerinin metanetlerini kırarlar, nazarlarını Risale-i Nur’un haricine çekip dağıtırlar. Şimdi çok dikkat ve metanet ve ihtiyat lâzımdır.

Bu havalide, hakikaten ümidimin fevkinde, Risale-i Nur talebelerinden iki kahraman yetiştiler: baba, oğul Ahmed Nazif, Salâhaddin. Bu iki zât Risale-i Nur’un neşrinde iki yüz adam kadar çalıştıklarını görüyoruz. Ezcümle birisi, yani oğlu Kars’ta durup hem Van’a, hem Erzurum’a, hem Konya’ya, hem buralara -size leffen gönderdiğim mektup gibi- muhaberelerle tesirli bir surette çalışıyor; tam bir Abdurrahman’dır.
Kardeşiniz
Said Nursî

• • •
Önceki Risale: ( 123 ) / Sonraki Risale: ( 125 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âyât-ı Kur’âniye : Kur’ân âyetleri
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
ezcümle : bu cümleden, meselâ
fevkinde : üstünde
fünun : fenler, bilimler
garb : batı
Hafîz-ı Hakikî : her şeyin gerçek koruyucusu olan ve her şeyi bütün özellikleriyle kaydedip muhafaza eden Allah
hakikat : her şeyin aslını, doğrusunu açıklayan yol; Kur’ân yolu
hakikaten : gerçekten
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
havali : çevre, civar
hıfz-ı İlâhî : Allah’ın koruması, himayesi
hizmet-i Kur’ân : Kur’ân hizmeti
i’câz-ı mânevî : mânevî mu’cize
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan : açıklamalarıyla mu’cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
leffen : zarf veya mektup içine koyarak
mahsus : has, özel
menfaat-i şahsiye : şahsî yarar, çıkar
metanet : sağlamlık, kararlılık
muhabere : haberleşme
muhafaza : koruma
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer
nazar : bakış, görüş
neşir : yayma
Radıyallahu Anh : “Allah ondan razı olsun”
sıddık : çok doğru ve sadık
suret : biçim, şekil
şark : doğu
taharrî : araştırma, inceleme
tarikat : İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen yol
teberri : uzak olma, uzaklaşma
tereşşuh : sızıntı
tesirli : etkili
tezahür : belirme, görünme, ortaya çıkma
ulûm : ilimler
adavet : düşmanlık
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
derd-i maişet : geçim derdi, sıkıntısı
dimağ : akıl, beyin
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapanlar
ehl-i diyanet : dindar insanlar
ehl-i ilm : ilim ehli, âlimler
ehl-i takvâ : takvâ sahipleri
ekser : pekçok
enâniyet : kendini beğenme, benlik
fütur : usanç, gevşeklik
hakikat : asıl, esas
hâlet : durum, hal
hâlis : içten, samimi
hodfuruş : kendi kendini beğenen
inbisat : genişleme, yayılma
inkişaf : açılma, gelişme
istifade : faydalanma, yararlanma
kaht : kıtlık
kat’î : kesin olarak
kefâlet : bir şeye kefil olma, mesuliyeti üzerine alma
liyakat : lâyık olma
maişet : geçim, yaşayış
mazur : özürlü, mazeretli
metanet : sağlamlık, kararlılık
muarız : karşı gelen
muhafaza : koruma
mukabele : karşılık verme
mukabil : karşılık
musibet : belâ, felaket
mükellef : yükümlü
niyet-i hâlise : saf, temiz niyet
rızık : Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
salâbet : dinin emirlerini korumada ve uygulamada ciddiyet ve sağlamlık
sıddık : çok doğru ve sadık
suret : biçim, şekil
şakirt : talebe, öğrenci
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
talebe-i ulûm : ilim talebeleri
vüs’at : genişlik
zaruret : zorunluluk, gereklilik
zaruret-i maişet : geçim için zaruri olanlar
Yükleniyor...