Aziz, sıddık kardeşlerim; Bu defa Hâfız Ali’nin ve Halil İbrahim’in ve Lütfü’nün bir vârisi Abdullah’ın, ehemmiyetli üç mektuplarını aldım. Hâfız Ali’nin, Hizb-i Kur’ânî ve Hizb-i Nurîdeki yanlışlardan teessürünü bildiriyor. Kat’iyen o bilsin ki, o ve Tâhirî ve Hâfız Mustafa ve arkadaşlarının gayretleriyle tab edilen o iki Hizb, bu zamanda, bu şerait içinde gayet parlak bir muzafferiyet-i Nuriyedir. Onların defter-i a’mâline, her tarafta hasenatları geçirilir. Kim okusa, onların hissesi var. Yanlışları, tahminimizden çok azdır. Lillâhilhamd, kolayca tashih ettik. Lâyık ellere girmiş.

Halil İbrahim’in, Risale-i Nur hakkında gayet tatlı ve güzel ve mutabık temsili ve tavsifi, içinde samimî ihlâsından ve kanaatından geldiği cihetle, bizce gayet parlak ve edîbâne düşmüş. Risale-i Nur’a ait kısmını Lâhikaya yazacağız. Hakikaten, Risale-i Nur’un mühim ve sebatkâr ve daimî bir rüknü olduğuna şüphe kalmamış. Ona ve rüfekasına her gün hususî dualarımıza, kazançlarımıza, hususan İnce Mehmed hissedar olmalarını ve selâmımızı tebliğ edersiniz.

Merhum Lütfü’nün ciddî ve hakikî bir vârisi olan Abdullah’ın mektubunda, Risale-i Nur’la alâkadar olan başta Tâhirî ve babası ve Ali ve Vehbi, Şükrü, Mustafa, Mehmed, Hüseyin, Mehmed, Hakkı ve bilhassa eskiden Risale-i Nur’da mevkii bulunan Büyük Zühtü gibi kardeşlerimizin selâmları beni çok ziyade mesrur eyledi. Ben de o kardeşlerimize hem selâm, hem dua, hem istid’â ediyorum. Onun mektubundaki sualler ise, şimdi bu dakikada ise zihnim başka yerle meşgul; onların cevabına bakamıyor…

Üçüncü mesele: Bir kardeşimiz, kusurunu görmediği münasebetiyle, onu ikaz için yazılmış ince bir meseledir. Belki size fâidesi olur, diye yazdık.

Bir zaman, evliya-yı azîmeden, nefs-i emmâresinden kurtulanlardan birkaç zâttan, şiddetli mücahede-i nefsiyeler ve nefs-i emmâreden şekvâlarını gördüm. Çok hayret ediyordum. Hayli zaman sonra, nefs-i emmârenin kendi desaisinden başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve âsab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i emmârenin son tahassungâhı bulunan ve nefs-i emmâreyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören ve mücahedeyi âhir ömre kadar devam ettiren bir mânevî nefs-i emmâreyi gördüm. Ve anladım ki, o mübarek zâtlar, hakikî nefs-i emmâreden değil, belki mecazî bir nefs-i emmâreden şekvâ etmişler. Sonra gördüm ki, İmam-ı Rabbanî dahi bu mecazî nefs-i emmâreden haber veriyor.

Bu ikinci nefs-i emmârede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki onlarla ıslah olsun ve kusurunu anlasın. Yalnız tokatlar ve elemlerle nefret edip, veya tam bir fedailiğe her hissini maksadına feda etsin. Ve Risale-i Nur’un erkânları gibi, herşeyini, enaniyetini bıraksın. Bu acip asırda dehşetli bir aşılamak ve şırıngayla hem hakikî, hem mecazî iki nefs-i emmâre ittifak edip öyle seyyiata, öyle günahlara severek giriyor. Kâinatı hiddete getiriyor. Hattâ kendim, bir dakika zarfında, yirmi paralık bir sıkıntıyla, altmış liralık bir haseneye tercih etmeye çalıştım.

Hem on dakika zarfında, büyük bir mücahede-i mânevîde, benim cephemde, kırk ikilik bir top gibi düşmanlarıma atıp yol açtığı halde, o iki nefs-i emmârenin, muvakkat bir gaflet fırsatında, hodgâmlık ve meyl-i tefevvuk gibi gayet zulümlü ve zulümatlı hissiyle, büyük bir şükür ve teşekkür yerine, “Niçin ben atmadım?” diye, en çirkin bir riya ve rekabet damarını hissettim. Cenâb-ı Hakka yüz bin şükür ediyorum ki, Risale-i Nur ve bilhassa İhlâs Risaleleri, o iki nefsin bütün desâisini izale ve onların açtığı yaraları tedavi ettiği gibi, o bir dakika ve on dakikadaki hâletleri birden izale etti. Ve mânevî bir istiğfar olan kusurumu bildim. O hatânın muaccel cezası olan içindeki elemden ve azaptan kurtuldum. Umum kardeşlerimize birer birer selâm ederiz.
• • •
Önceki Risale: ( 147 ) / Sonraki Risale: ( 149 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

aziz : çok değerli, izzetli, saygın
defter-i a’mâl : amellerin kaydedildiği defter
ehemmiyetli : önemli
ehl-i fen : bilim adamları
ehl-i tarikat ve hakikat : tarikata mensup olanlar ve hakikat mesleğinde olanlar
ezcümle : bu cümleden, meselâ, örneğin
gaflet : âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlık
hasenat : iyilikler, sevaplar
Hizb : Hizb-i Kur’ânî ve Hizb-i Nurî
huzur-u daimî : sürekli olarak Allah’ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olma
ism-i Hakem : Allah’ın haklıyı haksızı ayıran, her hakkı yerine getiren ve her şey hakkında küllî hüküm sahibi olduğunu bildiren ismi
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kat’iyen : kesin olarak
kozmoğrafya : astronomi, gök bilimi
küllî : büyük, kapsamlı, geniş
mâni : engel
manzume : sistem
mazhariyet : ayna olma, bir nimete erişme
medâr-ı gaflet : gaflete sebebiyet veren
mertebe-i huzur : kendini Allah’ın huzurunda hissetme mertebesi
muzafferiyet-i Nuriye : Nur hizmetinde elde edilen muzaffariyet
nefyetmek : inkâr etmek, reddetmek
nokta-i istinat : dayanak noktası
nûr-u ehadiyet : Allah’ın herşeyde görülen kendine ait birlik tecellisi, nuru
nükte : ince ve derin mânâ
sıddık : çok doğru ve bağlı
şerait : şartlar
tab edilen : basılan
tahassüngâh : sığınma yeri
tecelliyât-ı esmâ : Allah’ın isimlerinin tecellileri, yansımaları
teessür : üzüntü
tevehhüm etme : kuruntuya kapılma, olmayan şeyi var zannetme
ubudiyet : kulluk
vâris : mirasçı
veçh-i tatbik : uygulama şekli
vüs’at : genişlik
âhir : son
ahlâk-ı seyyie : kötü ahlâk
alâkadar : alâkalı, ilgili
âsab : sinirler
bilhassa : özellikle
cihet : yön, taraf
desais : desiseler, hileler
edibâne : edebi kaidelere uygun olarak
evliya-yı azîme : büyük veliler, Allah dostları
hakikaten : gerçekten
halita : karışıklık
hissedar : pay sahibi
hissiyat : duygular, hisler
hususan : bilhassa, özellikle
idame eden : devam ettiren
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
istid’â etme : yardım dileme
Lâhika : ilâve, mektup; Yirmi Yedinci Mektup olan Lâhikalar
Lillâhilhamd : Allah’a hamd olsun ki
mecazî : gerçek olmayan, kendi mânâsı dışında başka bir mânâyı gösteren
merhum : rahmete kavuşmuş, vefat etmiş
mesrur : sevinçli, mutlu
mutabık : uygun
mübarek : hayırlı
mücahede : mücadele, çaba harcama
mücahede-i nefsiye : nefisle mücadele
nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu
rüfeka : arkadaşlar
rükn : bir topluluğun en önemli üyelerinden her biri
sebatkâr : sebat eden
şekvâ : şikâyet
tabiat : yaratılış, karakter, mizaç
tahassüngâh : sığınma yeri
tashih : düzeltme
tavsif : vasıflandırma, niteleme
tebliğ : bildirme
temsil : benzetme
tezkiye : temizleme, arındırma
vâris : mirasçı
vazife-i seyyie : kötü vazifeler, günah kazandıran işler
ziyade : çok, fazla
acib : hayret verici, şaşırtıcı
asır : yüzyıl
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
beyan : açıklama, izah
bilhassa : özellikle
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cihet : yön, taraf
derd-i maişet : geçim derdi, sıkıntısı
desâis : desiseler, hileler
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapanlar
enâniyet : kendini beğenme, benlik
erkân : bir topluluğun ileri gelenleri, büyükleri
gaflet : âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlık
hakikî : asıl, gerçek
hâlet : durum, hal
hasene : iyilik, sevap
hissiyat : duygular, hisler
hodgâmlık : bencillik
ıslah : düzelme
İhlâs Risaleleri : Yirminci ve Yirmi Birinci Lem’a’lar
istifade etme : faydalanma, yararlanma
istiğfar : af dileme, tevbe
ittifak : birleşme, birlik
izale : giderme, ortadan kaldırma
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
mecazî : gerçek olmayan, kendi mânâsı dışında başka bir mânâyı gösteren
meşrep : hareket tarzı, metot
meyl-i tefevvuk : üstünlük meyli, arzusu
muaccel : peşin, hemen verilen
muhalefet : farklılık
mukabele etme : karşılık verme
muvakkat : geçici
mücahede-i mânevî : mânevî mücadele
nefis/nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
riya : gösteriş
seyyiat : günahlar, kötülükler
sıddık : çok doğru ve bağlı
şakirt : talebe, öğrenci
şuursuz : bilinçsiz, idraksiz
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
umum : bütün
zarfında : içinde
zulümatlı : karanlıklı
Yükleniyor...