İşte bu temsile binâen, “Âyinede hakikî güneşten başka birşey yoktur” denilmek ve âyineyi zarf ve içindeki güneşin vücud-u hâricîsi murad olmak cihetiyle denilebilir.

Fakat âyinenin sıfatı hükmüne geçmiş münbasit aksi ve fotoğraf kâğıdına intikal eden resim cihetiyle güneştir denilse, hatâdır; “Güneşten başka içinde birşey yoktur” demek yanlıştır.

Çünkü, âyinenin parlak yüzündeki akis ve arkasında teşekkül eden resim var. Bunların da ayrı ayrı birer vücudu var. Çendan o vücudlar güneşin cilvesindendir; fakat güneş değiller. İnsanın zihni, hayâli, bu âyine misâline benzer. Şöyle ki:

İnsanın âyine-i fikrindeki mâlûmâtın dahi iki veçhi var: Bir vecihle ilimdir, bir vecihle mâlûmdur. Eğer zihni o mâlûma zarf saysak, o vakit o mâlûm mevcud, zihnî bir mâlûm olur; vücudu ayrı birşeydir.

Eğer zihni o şeyin husûlüyle mevsuf saysak, zihne sıfat olur; o şey o vakit ilim olur, bir vücud-u hâricîsi vardır. O mâlûmun vücud ve cevheri dahi olsa, bununki arazî bir vücud-u hârîcisi olur.

İşte bu iki temsile göre, kâinat bir âyinedir. Her mevcudâtın mâhiyeti dahi birer âyinedir. Kudret-i Ezeliye ile îcâd-ı İlâhîye mâruzdurlar.

Herbir mevcud, bir cihetle Şems-i Ezelînin bir isminin bir nevi âyinesi olup bir nakşını gösterir.

Hazret-i Muhyiddin meşrebinde olanlar, yalnız âyinelik ve zarfiyet cihetinde ve âyinedeki vücud-u misâli, nefiy noktasında ve akis, ayn-ı mün’akis olmak üzere keşfedip, başka mertebeyi düşünmeyerek, “Lâ mevcûde illâ Hû” diyerek, yanlış etmişler. “Hakàiku’l-eşyâi sâbitetün” kaide-i esâsiyeyi inkâr etmek derecesine düşmüşler.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Sekizinci Lem'a / Sonraki Risale: Onuncu Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

akis : yansıma, ışık veya suretin aynaya vurup geri dönmesi veya orada görünmesi
arazî : sonradan ortaya çıkan, ilinti
âyine-i fikir : düşünce aynası
âyine-i mevcudat : bir ayna şeklinde olan varlıklar
ayn-ı mün’akis : aynaya vurup oradan ziyası, resmi, şekli gelen veya görünen şeyin kendisi
binâen : dayanarak
cevher : asıl, öz
cihet : yön, taraf
cilve : görüntü, yansıma
çendan : gerçi
ehl-i hakikat : hak ve doğru yolda olanlar
Hakàiku’l-eşyâi sâbitetün : eşyanın ve varlıkların hakikatı, aslı sabittir
husûl : meydana gelme
îcâd-ı İlâhîye : Allah’ın var etmesi, yaratması
ifâdât : ifâdeler
intikal etme : geçme, ulaşma
irâde-i İlâhiye : Allah’ın dilediğini yapabilme gücü, İlâhi irade
kaide-i esâsi : temel kural
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
keşfetmek : gizli bir şeyi açığa çıkarmak
kudret : Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
Kudret-i Ezeliye : Cenâb-ı Hakkın başlangıcı olmayan sonsuz kudreti
lâ mevcûde illâ Hû : Allah’tan başka hiçbir varlık yoktur
mâhiyet : asıl nitelik, özellik
mâlûm : bilinen şey
mâlûmât : bilinen şeyler
mâruz : etki altında olan
mevsuf : nitelendirilen, vasıflandırılan
murad olmak : istemek, kastetmek
münbasit : yayılan
nakış : işleme, süsleme
nefiy : inkâr
Şems-i Ezelî : Ezelî Güneş; ezelden beri var olan ve bütün nurların ve tecellilerin kaynağı olan Allah
verâset-i Nübüvvet : Peygamber varisliği
vücud bulan : meydana gelen
vücud-u hâricî : dış âleme çıkmış varlık, maddî varlık
vücud-u misâlî : yansımaya dayalı varlık
zarfiyet : bir şeyin bir başka şeyi kuşatması ve içine alması
Yükleniyor...