Sâir risalelerde cadde-i müstakîme-i Kur’âniye ve minhâc-ı kavîm-i Ehl-i Sünnet beyan edilmiştir. O zât-ı kudsînin kendine mahsus bir makamı var; hem makbûlîndendir. Fakat mîzansız keşfiyâtında hudutları çiğnemiş ve cumhûr-u muhakkıkîne çok meselelerde muhâlefet etmiş.

İşte, bu sır içindir ki, o kadar yüksek ve hârika bir kutup, bir ferîd-i devrân olduğu halde, kendine mahsus tarikatı gayet kısacık, Sadreddin-i Konevîye münhasır kalıyor gibidir ve âsârından istikametkârâne istifade nâdir oluyor. Hattâ çok muhakkıkîn-i asfiyâ, o kıymettar âsârını mütalâa etmeye revaç göstermiyorlar; hattâ bazıları men ediyorlar.

Hazret-i Muhyiddin’in meşrebiyle ehl-i tahkikin meşrebinin mâbeynindeki esaslı fark ve onların me’hazlarını göstermek, çok uzun tetkikata ve çok yüksek ve geniş nazarlara muhtaçtır.

Evet, fark o kadar dakîk ve derin ve me’haz o kadar yüksek ve geniştir ki, Hazret-i Muhyiddin hatâsından muâheze edilmemiş, makbul olarak kalmış. Yoksa, eğer ilmen, fikren ve keşfen o fark o me’haz görünseydi, onun için gayet büyük bir sukut ve ağır bir hatâ olurdu.

Madem fark o kadar derindir; bir temsil ile o farkı ve o me’hazları, Hazret-i Muhyiddin’in o meselede yanlışını göstermeye muhtasaran çalışacağız. Şöyle ki:

Meselâ, bir âyinede güneş görünüyor. Şu âyine, güneşin hem zarfı, hem mevsûfudur. Yani, güneş bir cihette onun içinde bulunur ve bir cihette âyineyi ziynetlendirip parlak bir boyası, bir sıfatı olur. Eğer o âyine, fotoğraf âyinesi ise, güneşin misâlini sâbit bir surette kâğıda alıyor.

Şu halde, âyinede görünen güneş, fotoğrafın resim kâğıdındaki görünen mâhiyeti, hem âyineyi süslendirip sıfatı hükmüne geçtiği cihette, hakikî güneşin gayrıdır. Güneş değil, belki güneşin cilvesi başka bir vücuda girmesidir.

Âyine içinde görünen güneşin vücudu ise, hâriçteki görünen güneşin ayn-ı vücudu değilse de, ona irtibâtı ve ona işâret ettiği için, onun ayn-ı vücudu zannedilmiş.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Sekizinci Lem'a / Sonraki Risale: Onuncu Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âsâr : eserler
âyine : ayna
ayn-ı vücud : bir varlığın aynısı
beyan etmek : açıklamak
cihet : yön
cilve : görüntü, yansıma
cumhûr-u muhakkıkîn : hakikati araştırıp bulan kişilerden oluşan seçkin topluluk
dakîk : çok ince
ehl-i tahkik : gerçeği bütün ayrıntılarıyla araştıran kişiler
ferîd-i devrân : bütün dönemlerin en seçkin kişisi
fikren : düşünce olarak
gayr : hariç, başkası
hakikî : asıl, gerçek
Hazret-i Muhyiddin :
hudut : sınır
irtibât : bağ, ilişki
istifade : yararlanma
istikametkârâne : doğru bir şekilde
keşfen : mânevî alanlarda keşifler yaparak
keşfiyât : mânevî aleme yapılan keşifler, buluşlar
kıymettar : değerli
kutup : mânevî önder, rehber
mâbeyn : ara
mâhiyet : esas, ana nitelik, özellik
mahsus : özel
makam : derece, yer
makbûlîn : kabul görmüş olanlar
me’haz : kaynak
men etmek : yasaklamak
meşreb : hareket tarzı, metod
mevsûf : nitelendirilen, vasıflandırılan
minhâc-ı kavîm-i Ehl-i Sünnet : doğru esaslar üzerine kurulmuş olan Ehl-i Sünnet yolu
misâl : görüntü, yansıma
mîzan : tartı, ölçü
muâheze etmek : bir meseleyi ele alıp sorgulamak
muhakkıkîn-i asfiyâ : Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ve hakikatleri delilleriyle bilen ilim ve takvâ sahibi büyük zatlar
muhalefet etme : karşı olma, aykırı davranma
muhtasaran : özet olarak
münhasır : sadece belli bir kişiye ait olan, sınırlı
mütalâa etme : okuma, inceleme
nazar : bakış, görüş
revaç : değer, kıymet
sıfat : özellik
sukut : alçalış, düşüş
suret : şekil, biçim
tarikat : mânevî ilerlemeye götüren yol
temsil : benzetme, örnek
tetkikat : incelemeler, araştırmalar
vücud : varlık
zât-ı kudsî : kutsal derecelere ulaşan kişi
ziynetlendirmek : süslemek
Yükleniyor...