Teveccühünde tecezzî yoktur. Aynı anda, her yerde, kudret ve ilmiyle tasarruf noktasında bulunuyor. Tasarrufunda tevzi ve inkısam yoktur. On Altıncı Söz ve Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfının İkinci Maksadında bu sır tamamıyla izah ve ispat edilmiştir.

“Lâ müşâhhate fi’t-temsîl” kaidesiyle temsildeki kusura bakılmadığından, gayet kusurlu bir temsil söyleyeceğim, tâ iki meşrebin bir derece farkı anlaşılsın.

Meselâ, hârika ve emsalsiz, gayet büyük ve gayet ziynetli, şark ve garba bir anda uçacak ve şimalden cenuba ulaşan kanatlarını kapayıp açacak, yüz binler nakışlarla tezyin edilmiş ve kanadının herbir tüyünde gayet dâhiyâne san’atlar derc edilmiş bir tavus kuşu farz ediyoruz. Şimdi seyirci iki adam var.

Akıl ve kalb kanatlarıyla bu kuşun yüksek mertebelerine ve hârika ziynetlerine uçmak istiyorlar.

Birisi, bu tavus kuşunun vaziyetine ve heykeline ve hârikulâde herbir tüyündeki kudret nakışlarına bakar ve gayet aşk ve şevk ile sever. Dakik tefekkürü kısmen bırakır ve aşka yapışır.

Fakat görür ki, hergün o sevimli nakışlar tahavvül ve tebeddül eder. Sevdiği ve perestiş ettiği o mahbublar kaybolur, zeval buluyor. O adam kendine tesellî vermek ve aklına sığıştıramadığı vahdet-i hakikî ile rubûbiyet-i mutlaka ve ehadiyet-i zâtî ile hallâkıyet-i külliyeye mâlik bir nakkâşın bir nakş-ı san’atıdır demek lâzım gelirken, o itikad yerine, “Bu tavus kuşundaki ruh o kadar âlîdir ki, onun sânii onun içindedir veya o olmuş.

Hem o ruh, vücuduyla müttehid, vücudu ise sûret-i zâhiriye ile mümteziç olduğundan, o rûhun kemâli ve o vücudun yüksekliği, bu cilveleri böyle gösterir, her dakika başka bir nakşı ve ayrı bir hüsnü izhâr eder. Hakikî ihtiyar ile bir îcad değil, belki bir cilvedir, bir tezâhürdür” der.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Sekizinci Lem'a / Sonraki Risale: Onuncu Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlî : yüce
cenub : güney
cilve : görüntü, yansıma
dâhiyâne : dâhiye yakışır şekilde
dakik : ince
derc edilmek : yerleştirilmek
ehadiyet-i zâtî : zâtına ait birlik
emsalsiz : benzersiz, eşsiz
garb : batı
hakikî : asıl, gerçek
hallâkıyet-i külliye : herşeyi kuşatan yaratıcılık
hârikulâde : olağanüstü
hüsün : güzellik
îcad : var etme, yaratma
ihtiyar : irade, dileme
inkısam : bölünme, kısımlara ayrılma
itikad : inanç
izah etme : açıklama
izhâr etmek : açığa çıkarmak, göstermek
kaide : kural, prensip
kat’î : kesin
kemâl : kusursuzluk, mükemmellik
kudret : güç, iktidar
lâ müşâhhate fi’t-temsîl : temsilde tartışma olmaz
mahbub : sevgili
maksad : amaç, hedef
mâlik : sahip
mertebe : derece
meşreb : hareket tarzı, metod
mevkıf : bölüm, kısım
mîzanlı : ölçülü
mümteziç : birleşik, karışık
müttehid : birleşmiş
nakış : işleme, süsleme
nakkâş : nakış ustası, nakış yapan
nakş-ı san’at : san’atlı nakış, işleme
nizamlı : düzenli
perestiş etmek : büyük bir düşkünlükle bağlanmak
rubûbiyet-i mutlaka : sınırsız rablık
san’atkârâne : san’atçı olarak
sâni : san’atlı bir şekilde yaratan
sûret-i zâhiri : dış görünüş
şark : doğu
şevk : şiddetli arzu ve istek
şimal : kuzey
tahavvül etmek : değişmek, dönüşmek
tasarruf : dilediği gibi kullanma ve yönetme
tebeddül etmek : başkalaşmak, değişmek
vahdet-i hakikî : Allah’ın gerçek anlamda tek oluşu
Yükleniyor...