İkinci sebep: Firâkı hiç istemeyen ve firaktan şiddetle kaçan ve ayrılıktan titreyen ve bu’diyetten Cehennem gibi korkan ve zevâlden gayet derece nefret eden ve visâli, rûhu ve canı gibi seven ve kurbiyeti Cennet gibi hadsiz bir iştiyakla arzulayan aşk sıfatı, herşeydeki akrebiyet-i İlâhiyenin bir cilvesine yapışmakla, firak ve bu’diyeti hiçe sayıp, likâ ve visâli dâimî zannederek “Lâ mevcude illâ Hû” diye, aşkın sekriyle ve o şevk-i bekà ve likà ve visâlin muktezâsıyla, gayet zevkli bir meşreb-i hâli vahdetü’l-vücudda bulunduğunu tasavvur ederek, müthiş firaklardan kurtulmak için, o vahdetü’l-vücud meselesini melce’ ittihâz etmişler.

Demek birinci sebebin menşei, aklın gayet geniş ve gayet yüksek olan bazı hakàik-ı îmâniyeye yetişmediğinden ve ihâta edemediğinden ve aklın îmân noktasında tamamıyla inkişâf etmediğindendir.

İkinci sebebin menşei, kalbin aşk noktasında fevkalâde inkişâfından ve hârikulâde inbisâtından ve genişliğinden ileri gelmiştir.

Amma sarâhat-i Kur’âniye ile verâset-i Nübüvvetin evliyâ-i azîmesi ve ehl-i sahv olan asfiyânın gördükleri mertebe-i uzmâ-yı Tevhid ise, hem çok yüksektir, hem rubûbiyet ve hallâkıyet-i İlâhiyenin mertebe-i uzmâsını, hem bütün esmâ-i İlâhiyenin hakikî olduklarını ifade ediyor. Ve esâsâtı muhâfaza edip, ahkâm-ı Rubûbiyetin muvâzenesini bozmuyor. Çünkü derler ki:

Cenâb-ı Hakkın ehadiyet-i zâtiyesiyle ve mekândan münezzehiyetiyle beraber, herşey bütün şuûnâtıyla, doğrudan doğruya ilmiyle ihâta ve teşhis edilmiş ve irâdesiyle tercih ve tahsis edilmiş ve kudretiyle ispat ve îcâd edilmiştir.

Bütün kâinatı birtek mevcud gibi îcâd ve tedbir ediyor. Bir çiçeği kolaylıkla halk ettiği gibi, koca baharı dahi o suhûletle halk eder. Bir şey bir şeye mâni olmaz.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Sekizinci Lem'a / Sonraki Risale: Onuncu Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahkâm-ı Rubûbiyet : Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi ile ilgili hükümler
asfiyâ : Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve takvâ sahibi büyük zâtlar
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
ehadiyet-i Zâtiye : Allah’ın Zâtına ait birlik
ehl-i sahv : uyanık iken hakikatlere görerek ulaşan Allah dostları
evliyâ-i azîme : büyük veliler
hallâkıyet-i İlâhiye : Allah’ın kendi zatına yaraşan yaratıcılığı
ihâta etme : içine alma, kapsama
inbisât : genişleme, yayılma
inkişâf : açığa çıkma
irâde : dileme, tercih, seçme gücü
ittihâz etme : kabullenme, edinme
Lâ mevcude illâ Hû : Ondan başka hiçbir varlık yoktur
likâ : kavuşmak
melce’ : sığınak
mertebe-i uzmâ : en büyük ve en yüksek mertebe
mertebe-i uzmâ-yı Tevhid : Tevhid hakikatlerine ulaşmada varılacak olan en büyük mertebe
meşreb-i hâl : mânevî haz ve feyiz almayı hedef kabul eden tasavvufî bir yöntem
muktezâ : bir şeyin gereği
münezzehiyet : kusur ve eksikliklerden arınmış ve yüce olma
rubûbiyet : Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi
sarâhat-i Kur’âniye : Kur’ân’ın açık bir şekilde ortaya koyduğu hükümler
sekir : mânâ alemindeki sarhoşluk
suhûletle : kolaylıkla
şevk-i bekà : aşırı derecede sonsuzluk isteği
şuûnât : Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait kutsal özellikler
tecezzî : bölünme, parçalanma
tedbir etme : çekip çevirme, ihtiyacını karşılama
teşhis etmek : şekil ve suret vermek
Vahdetü’l-vücud : “Allah’ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre hayâl ve gölge gibi zayıf varlıklardır; varlık ünvanını almaya lâyık değillerdir” diyen tasavvufî görüş
verâset-i Nübüvvet : Peygamber varisliği
visâl : kavuşma
Yükleniyor...