Aynen onun gibi, kâfir, Kur’ân’ın semâvî ilânâtına karşı küfr-ü mutlakı bırakıp meşkûk bir küfre inmiş.

Ona denilse: “Madem mevt ve zevâli bir idam-ı ebedî biliyorsun. Kendini asacak olan darağacı göz önünde. Ona her vakit bakan nasıl yaşar, nasıl lezzet alır?”

O adam, Kur’ân’ın umumî vech-i rahmet ve şümullü nurundan aldığı bir hisse ile der: “Mevt idam değil; ihtimal bekà var.”

Veyahut, devekuşu gibi başını gaflet kumuna sokar, tâ ki ecel onu görmesin ve kabir ona bakmasın ve zevâl-i eşya ona ok atmasın!

Elhasıl, o meşkûk küfür vasıtasıyla, devekuşu gibi mevt ve zevâli idam mânâsında gördüğü vakit, Kur’ân ve semâvî kitapların îmânün bi’l-âhiret’e dair kat’î ihbârâtı ona bir ihtimal verir; o kâfir o ihtimale yapışır, o dehşetli elemi üzerine almaz.

O vakit ona denilse, “Madem bâki bir âleme gidilecek; o âlemde güzel yaşamak için tekâlif-i diniye meşakkatini çekmek gerektir.” O adam şekk-i küfrî cihetiyle der: “Belki yoktur. Yok için neden çalışayım?”

Yani, vaktâ ki o hükm-ü Kur’ân’ın verdiği ihtimal-i bekà cihetiyle idam-ı ebedî âlâmından kurtulur ve meşkûk küfrün verdiği ihtimal-i adem cihetiyle tekâlif-i diniye meşakkati ona müteveccih olur; ona karşı küfür ihtimaline yapışır, o zahmetten kurtulur.

Demek, bu nokta-i nazarda, mü’minden ziyade bu hayatta lezzet alır zannediyor. Çünkü tekâlif-i diniyenin zahmetinden ihtimal-i küfrî ile kurtuluyor ve âlâm-ı ebediyeden, ihtimal-i imanî cihetiyle kendi üzerine almaz. Halbuki bu mağlâta-i şeytaniyenin hükmü gayet sathî ve faydasız ve muvakkattir.

İşte, Kur’ân-ı Hakîmin küffarlar hakkında da bir nevi cihet-i rahmeti vardır ki, hayat-ı dünyeviyeyi onlara cehennem olmaktan bir derece kurtarıp bir nevi şek vererek, şek ile yaşıyorlar. Yoksa, âhiret cehennemini andıracak, bu dünyada dahi mânevî bir cehennem azabı çekeceklerdi ve intihara mecbur olacaklardı.

İşte, ey ehl-i iman! Sizi idam-ı ebedîden ve dünyevî ve uhrevî cehennemlerden kurtaran Kur’ân’ın himayeti altına mü’minâne ve mutemidâne giriniz ve Sünnet-i Seniyyesinin dairesine teslimkârâne ve müstahsinâne dahil olunuz, dünya şekavetinden ve âhirette azaptan kurtulunuz.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On İkinci Lem'a / Sonraki Risale: On Dördüncü Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhiret : öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
âlâm : elemler, acılar
âlâm-ı ebediye : sürekli acılar, sonsuza kadar sürecek elemler
âlem : dünya
azap : acı, sıkıntı
bâki : devamlı olan, sonsuz
cihet : taraf, yön
cihet-i rahmet : rahmet yönü
dünyevî : dünya ile ilgili
ecel : ölüm vakti
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
elem : acı, keder
elhasıl : kısaca, özetle
gaflet : Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
himayet : koruma
hisse : pay
hükm-ü Kur’ân : Kur’ân’ın hükmü
idam-ı ebedî : dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
ihbârât : haber vermeler
ihtimal-i adem : yokluk ihtimali
ihtimal-i bekà : sonsuzluk ihtimali
ihtimal-i imanî : “ya varsa” diye ihtimal vererek inanmak
ihtimal-i küfrî : “ya yoksa” diye ihtimal vererek iman ve inançtan kaçmak
îmânün bi’l-âhiret : âhirete iman
kâfir : Allahı veya Allahın bildirdiği kesin olan birşeyi inkâr eden kimse
kat’î : kesin
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
küffar : kâfirler, inkârcılar
küfür : inkâr
mağlâta-i şeytaniye : şeytanın aldatmaca
mânevî : maddî olmayan, ruh ile bağlantılı
meşakkat : güçlük, zorluk
meşkûk : şüpheli
mevt : ölüm
mutemidâne : güvenerek, itimad ederek
muvakkat : geçici
mü’min : Allah’a inanan
mü’minâne : mü’min olan kimseye yakışır şekilde
müteveccih : yönelik
nevi : çeşit, tür
nokta-i nazar : bakış noktası
sathî : sığ, yüzeysel
semâvî : Allah tarafından olan
şekk-i küfrî : inkâr ettiği şey hakkında şüpheye düşme
şümullü : kapsamlı
tekâlif-i diniye : dinin emrettiği görevler
uhrevî : âhirete ait
umumî : genel
vaktâ ki : ne vakit ki, ne zaman ki
vasıtasıyla : aracılığıyla
vech-i rahmet : rahmet yönü
zevâl : geçicilik, yokluk
zevâl-i eşya : varlıkların yok olması
ziyade : çok, fazla
Yükleniyor...