İşte, herbir hayvan, öyle bir kasr-ı İlâhîdir. Hususan insan, o kasırların en güzeli ve o sarayların en acibidir. Ve bu insan denilen sarayın cevherleri, bir kısmı âlem-i ervahtan, bir kısmı âlem-i misalden ve Levh-i Mahfuzdan ve diğer bir kısmı da hava âleminden, nur âleminden, anâsır âleminden geldiği gibi; hâcâtı ebede uzanmış, emelleri semâvat ve arzın aktârında intişar etmiş, rabıtaları, alâkaları dünya ve âhiret edvârında dağılmış bir saray-ı acip ve bir kasr-ı gariptir.

İşte, ey kendini insan zanneden insan! Madem mahiyetin böyledir; seni yapan ancak o Zat olabilir ki, dünya ve âhiret birer menzil, arz ve semâ birer sayfa, ezel ve ebed, dün ve yarın hükmünde olarak tasarruf eden bir Zat olabilir. Öyleyse, insanın mâbûdu ve melcei ve halâskârı O olabilir ki, arz ve semâya hükmeder, dünya ve ukbâ dizginlerine mâliktir.

İKİNCİ REMİZ: Bazı eblehler var ki, güneşi tanımadıkları için, bir âyinede güneşi görse, âyineyi sevmeye başlar. Şedit bir hisle onun muhafazasına çalışır, tâ ki içindeki güneşi kaybolmasın. Ne vakit o ebleh, güneş, âyinenin ölmesiyle ölmediğini ve kırılmasıyla fenâ bulmadığını derk etse, bütün muhabbetini gökteki güneşe çevirir.

O vakit anlar ki, âyinede görünen güneş, âyineye tâbi değil, bekàsı ona mütevakkıf değil. Belki güneştir ki, o âyineyi o tarzda tutuyor ve onun parlamasına ve nuruna medet veriyor. Güneşin bekàsı onunla değil; belki âyinenin hayattar parlamasının bekàsı, güneşin cilvesine tâbidir.

Ey insan! Senin kalbin ve hüviyet ve mahiyetin bir âyinedir. Senin fıtratında ve kalbinde bulunan şedit bir muhabbet-i bekà, o âyine için değil ve o kalbin ve mahiyetin için değil. Belki o âyinede istidada göre cilvesi bulunan Bâkî-i Zülcelâlin cilvesine karşı muhabbetindir ki, belâhet yüzünden, o muhabbetin yüzü başka yere dönmüş.

Madem öyledir; 1 يَابَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى de. Yani, madem Sen varsın ve bâkisin. Fenâ ve adem ne isterse bize yapsın, ehemmiyeti yok!

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Bâkî olan sadece Odur.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Altıncı Lem'a / Sonraki Risale: On Sekizinci Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acib : hayret verici, şaşırtıcı
adem : yokluk, hiçlik
âhiret : öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
aktâr : bölgeler
alâka : ilişki
âlem : dünya
âlem-i ervah : ruhlar âlemi
âlem-i misal : bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem
anâsır : unsurlar, elementler
arz : yeryüzü
bâki : devamlı olan, sonsuz
Bâkî-i Zülcelâl : kendi varlığı sonsuz olan, sınırsız heybet ve haşmet sahibi olan Allah
bekà : devamlılık, kalıcılık
belâhet : aptallık
cilve : görüntü, yansıma
derk etmek : anlamak, algılamak
ebed : sonsuzluk
ebleh : ahmak
edvâr : devirler, dönemler
ehemmiyet : değer, önem
emel : arzu, istek
ezel ve ebed : başlangıcı ve sonu olmaksızın bütün zamanlar, öncesizlik ve sonsuzluk
fenâ : son bulma
fıtrat : yaratılış, mizaç
hâcât : ihtiyaçlar
halâskâr : kurtarıcı
hayattar : canlı
hususan : özellikle
hükmetmek : emri altında tutmak, hâkim olmak
hüviyet : temel, özellik
intişar etmek : yayılmak
istidad : kabiliyet
kasır : saray
kasr-ı garip : şaşkınlık uyandıran saray
kasr-ı İlâhî : İlâhî köşk
Levh-i Mahfuz : her şeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası; Allah’ın ilminin bir adı
mâbûd : kendisine ibadet edilen
mahiyet : nitelik, özellik
mâlik : bir şeyin sahibi
medet : yardım
melce : sığınak
menzil : konaklama yeri
muhabbet : sevgi
muhabbet-i bekà : sonsuz yaşamayı sevme, arzu etme
mütevakkıf : bağlı
rabıta : bağlantı
remiz : işaret
saray-ı acip : hayranlık uyandıran saray
şedit : şiddetli
tasarruf etmek : dilediği gibi kullanmak ve yönetmek
ukbâ : ahiret, öbür dünya
Zât : Allah
Yükleniyor...