İşte, herbir zîhayatın zâhirî bir vücudunun zevâliyle (Yirmi Dördüncü Mektupta izah edildiği gibi) ruhu, mahiyeti, hüviyeti, sureti ve misalî vücutları ve ilmî ve gaybî mevcudiyetleri ve cesed-i necmîsi ve gılaf-ı ruhu gibi kendinden alınmış pek çok vücutlarını arkasında bırakıp ve yerinde vazife başına geçiren faaliyet-i daime ve hallâkıyet-i Rabbâniyeden neş’et eden maânî-i kudsiyenin ve rububiyet-i İlâhiyenin ne kadar ehemmiyetli oldukları anlaşılır.

Mühim bir suale kat’î bir cevap: Ehl-i dalâletten bir kısmı diyorlar ki: “Kâinatı bir faaliyet-i daime ile tağyir ve tebdil eden zâtın, elbette kendisinin de mütegayyir ve mütehavvil olması lâzım gelir.”

Elcevap: Hâşâ, yüz bin defa hâşâ! Yerdeki âyinelerin tagayyürü, gökteki güneşin tagayyürünü değil, bilâkis, cilvelerinin tazelendiğini gösterir.

Hem ezelî, ebedî, sermedî, her cihetçe kemâl-i mutlakta ve istiğnâ-yı mutlakta, maddeden mücerred, mekândan, kayıttan, imkândan münezzeh, müberrâ, muallâ olan bir Zât-ı Akdesin tagayyürü ve tebeddülü muhaldir.

Kâinatın tagayyürü Onun tagayyürüne değil, belki adem-i tagayyürüne ve gayr-ı mütehavvil olduğuna delildir. Çünkü müteaddit şeyleri intizamla daimî tağyir ve tahrik eden bir zat, mütegayyir olmamak ve hareket etmemek lâzım gelir.

Meselâ, sen çok iplerle bağlı çok gülleleri ve topları çevirdiğin ve daimî intizamla tahrik edip vaziyetler verdiğin vakit, senin, yerinde durup tegayyür ve hareket etmemekliğin gerektir.

Yoksa o intizamı bozacaksın. Meşhurdur ki, intizamla tahrik eden hareket etmemek ve devamla tağyir eden mütegayyir olmamak gerektir, tâ ki o iş intizamla devam etsin.

Saniyen: Tegayyür ve tebeddül, hudüsten ve tekemmül etmek için tazelenmekten ve ihtiyaçtan ve maddîlikten ve imkândan ileri geliyor.

Zât-ı Akdes ise, hem kadîm, hem her cihetçe kemâl-i mutlakta, hem istiğnâ-yı mutlakta, hem maddeden mücerred, hem Vâcibü’l-Vücud olduğundan, elbette tegayyür ve tebeddülü muhaldir, mümkün değildir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Beşinci Nükte
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adem-i tagayyür : asla değişmeme
bilâkis : tersine
cesed-i necmî : yıldız gibi nurlu beden
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ezelî : başlangıcı olmayan
faaliyet-i daime : sürekli çalışma
gaybî : bilinmeyen, gayba ait olan
gayr-ı mütehavvil : değişken olmayan
gılaf-ı ruh : ruhun kılıfı
hallâkıyet-i Rabbâniye : herşeyin Rabbi olan Allah’ın yaratıcılığı
hâşâ : asla öyle değil
hüviyet : kimlik
ilmî : ilimle ilgili, bilimsel
imkân : varlığı ve yokluğu ihtimal dairesinde olan
intizam : disiplin, düzen
istiğnâ-yı mutlak : sınırsız zenginlik
izah etmek : açıklamak
kâinat : evren
kat’î : kesin
kayıt : sınırlayıcı
kemâl-i mutlak : sınırsız mükemmellik
maânî-i kudsiye : kutsal anlamlar
mahiyet : nitelik, özellik
mekân : yer
meşhur : çok tanınan
mevcudiyet : var olma hali
misalî : yansıyan, görüntü halinde olan
muallâ : yüce, yüksek
muhal : imkansız
müberrâ : arınmış, temiz
mücerred : soyutlanmış
mühim : önemli
münezzeh : arınmış, kusur ve eksiklikten yüce
müteaddit : bir çok
mütegayyir : değişen, başkalaşan
mütehavvil : değişken, başka hâle dönüşen
neş’et eden : kaynaklanan
rızık : yenen içilen şeyler
rububiyet-i İlâhiye : Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan hakimiyeti, yaratıcılığı ve terbiyesi
sermedî : daimi, sürekli
suret : biçim, görünüş
şuurkârâne : şuurlu bir şekilde, bilerek ve anlayarak
tagayyür : başkalaşma, değişme
tağyir etmek : değiştirmek
tağyir ve tebdil eden : değiştirip dönüştüren
tahrik etmek : harekete geçirmek
tebeddül : değişme
vasıtasıyla : aracılığıyla
vaziyet : durum
vücud : varlık
zâhirî : dış görünüşte olan
Zât-ı Akdes : bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah
zevâl : geçicilik, yokluk
zîhayat : canlı
Yükleniyor...