Bu münâcâtın sırrına göre, ölümün ve vefatın ehl-i iman hakkında hakikî güzel yüzünü görmeyen ve ondaki rahmetin cilvesini bilmeyenlerin küsmeleri ve itirazları Zât-ı Hayy-ı Kayyûma gitmemek için Hazret-i Azrâil’in (a.s.) vazifesi de bir perde olduğu gibi, sair esbablar dahi zâhirî perdedirler.

Evet, izzet, azamet ister ki, esbab perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Fakat vahdet ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.

Fakat hayatın hem zâhirî, hem bâtınî, hem mülk, hem melekût vecihleri kirsiz, noksansız, kusursuz olduğundan, şekvâları ve itirazları davet edecek maddeler onda bulunmadığı gibi, izzet ve kudsiyet-i kudrete münâfi olacak pislik ve çirkinlik olmadığından, doğrudan doğruya, perdesiz olarak, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun “ihyâ edici, hayat verici, diriltici” isminin eline teslim edilmişlerdir.

Nur da öyledir, vücut ve icad da öyledir. Onun içindir ki, icad ve halk, doğrudan doğruya, perdesiz, Zât-ı Zülcelâlin kudretine bakar. Hattâ yağmur bir nevi hayat ve rahmet olduğundan, vakt-i nüzulü bir muttarid kanuna tâbi kılınmamış, tâ ki her vakt-i hâcette eller dergâh-ı İlâhiyeye rahmet istemek için açılsın.

Eğer yağmur, güneşin tulûu gibi, bir kanuna tâbi olsaydı, o nimet-i hayatiye, her vakt-i hâcette rica ile istenilmeyecekti.

ÜÇÜNCÜ REMİZ

Yirmi dokuzuncu hassasında denilmiştir ki: Kâinatın neticesi hayat olduğu gibi, hayatın neticesi olan şükür ve ibadet dahi, kâinatın sebeb-i hilkati ve ille-i gayesi ve maksud neticesidir.

Evet, bu kâinatın Sâni-i Hayy-ı Kayyûmu, bu kadar hadsiz envâ-ı nimetiyle kendini zîhayatlara bildirip sevdirdiğine mukabil, elbette zîhayatlardan o nimetlere karşı teşekkür; ve sevdirmesine mukabil sevmelerini; ve kıymettar san’atlarına mukabil medh ü senâ etmelerini; ve evâmir-i Rabbânîsine karşı itaat ve ubudiyetle mukabele etmelerini ister.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Dördüncü Nükte / Sonraki Risale: Altıncı Nükte
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

azamet : büyüklük
bâtınî : görünmeyen, iç yönde olan
celâl : azamet, yücelik, haşmet
cilve : görünme, yansıma
dergâh-ı İlâhiye : Allah’ın yüce katı
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
envâ-ı nimet : nimet çeşitleri
esbab : sebepler
hadsiz : sınırsız, sayısız
hakikî : gerçek, asıl
halk : yaratma
hassa : özellik
icad : var etme
ihyâ etmek : canlandırmak, hayat vermek
ille-i gaye : birşeyin var olma gayesi
izzet : büyüklük, yücelik
kâinat : evren
kıymettar : kıymetli, değerli
kudret : güç, iktidar
kudsiyet-i kudret : kudretin her türlü eksiklikten uzak olması
maksud : kastedilen, hedef alınan şey
melekût : varlıkların görünmeyen iç yönü
mukabil : karşılık
muttarid : düzenli olarak devam eden
mülk : varlıkların görülebilen dış yönü
münâcât : dua
münâfi : aykırı, zıt
nazar : bakış, görüş
netice : son, sonuç
nevi : çeşit, tür
nimet-i hayatiye : hayatı devam ettiren nimet
noksansız : eksiksiz
perdedâr-ı dest-i kudret : Allah’ın kudret elinin önünde perdeci
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet
remiz : ince işaret
rica : ümit
sair : başka, diğer
Sâni-i Hayy-ı Kayyûm : her an diri olan ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratıp ayakta tutan Allah
sebeb-i hilkat : yaratılış sebebi
şekvâ : şikâyet
şükür : teşekkür etme, Allah’a karşı minnet duyma
tâbi : bağlı, uyan
tesir-i hakikî : gerçek tesir kaynağı
tulû : doğması
vahdet : birlik
vakt-i hâcet : ihtiyaç zamanı
vakt-i nüzul : inme vakti
vecih : yön
vücut : varlık, var olma
zâhirî : dış görünüşte olan
Zât-ı Hayy-ı Kayyûm : her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Zât, Allah
Zât-ı Zülcelâl : büyüklük ve haşmet sahibi olan zât, Allah
zîhayat : canlı
Yükleniyor...