Hem iman, bir kabr-i ekber suretinde nazar-ı gaflete görünen gelecek zamanı, sevimli saadet saraylarında bir ziyafet-i Rahmâniye meclisi suretinde biilmilyakîn gösterdi.

Hem iman, nazar-ı gaflete bir tabut vaziyetinde görünen hazır zamanı ve o hazır günün tabutiyet şeklini kırıp, o hazır gün uhrevî bir ticaretgâh dükkânı ve şâşaalı bir misafirhane-i Rahmânî suretinde bilmüşahede gösterdi.

Hem iman, nazar-ı gaflete ömür ağacının başında cenaze şeklinde görünen tek meyvesi cenaze olmadığını, belki ebedî bir hayata mazhar ve ebedî bir saadete namzet olan ruhumun, eskimiş yuvasından, yıldızlarda gezmek için çıktığını biilmilyakîn gösterdi.

Hem iman, kemiklerimle mebde-i hilkatimin toprağı, ayak altında ehemmiyetsiz mahvolmuş kemikler olmadığını, belki o toprak, rahmet kapısı ve Cennet salonunun bir perdesi olduğunu sırr-ı imanla gösterdi.

Hem iman, nazar-ı gafletle arkamda, hiçlikte, yokluk karanlığında yuvarlanan dünyanın vaziyetini sırr-ı Kur’ân’la gösterdi ki, o zâhirî zulümatta yuvarlanan dünya ise, vazifesi bitmiş, mânâsını ifade etmiş, neticelerini kendine bedel vücutta bırakmış bir kısım mektubat-ı Samedâniye ve sahâif-i nukuş-u Sübhâniye olduğunu gösterdi. Dünyanın mahiyeti ne olduğunu biilmilyakîn bildirdi.

Hem iman, ileride gözünü açıp bana bakan kabri ve kabrin arkasında ebede giden caddeyi, nur-u Kur’ân ile gösterdi ki, o kabir, kuyu kapısı değil, belki âlem-i nurun kapısıdır.

Ve o yol ise, hiçliğe ve ademistana değil, belki vücuda, nuristana ve saadet-i ebediyeye giden yol olduğunu, tam kanaat verecek bir derecede gösterdiğinden, dertlerime hem derman, hem merhem oldu.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Beşinci Lem'a / Sonraki Risale: Yirmi Yedinci Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz, elinden bir şey gelmeyen
ademistan : yokluk ülkesi
âlem-i nur : nur âlemi
bedel : karşılık
biilmilyakîn : ilmî delillerle elde edilen kesinlik
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
cüz’î : ferdî, az, sınırlı
cüz-ü ihtiyarî : insanda bulunan sınırlı irade
derman : ilâç
ebed : sonsuzluk
ebedî : sonsuz
ehemmiyetsiz : önemsiz
gayr-ı mütenâhi : sınırsız, sonsuz
hadsiz : sayısız
intisap etmek : bağlanmak, mensup olmak
istinad etmek : dayanmak
kanaat : görüş, fikir
kesb : kazanma
kudret : güç, iktidar
mahiyet : öz nitelik, özellik
mazhar olma : nâil olma, erişme
mebde-i hilkat : yaratılışın başlangıcı
mektubat-ı Samedâniye : Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmadığını, her şeyin Ona muhtaç olduğunu gösteren mektuplar
merhem : ilaç, çare
namına : adına
namzet olmak : aday olmak
nazar-ı gaflet : gaflet bakışı, bir şeyin manasını anlamadan bakmak
netice : son, sonuç
noksan : eksik
nuristan : nur ülkesi
nur-u Kur’ân : Kur’ân’ın nuru
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet
saadet : mutluluk
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
sahâif-i nukuş-u Sübhâniye : her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın nakışlarını gösterdiği sahifeler
sırr-ı iman : iman sırrı
sırr-ı Kur’ân : Kur’ân’ın sırrı
silâh-ı insanî : insana ait silah
vaziyet : durum
vesika : belge
vücut : varlık
zâhirî : dış görünüşte var olan
zâtında : bir şeyin kendisinde
zulmet : karanlık
zulümat : karanlıklar
Yükleniyor...