O cihetten dahi tevahhuş edip başımı aşağıya eğdim, o ömür ağacının aşağısına, köküne baktım. Gördüm ki, o aşağıda olan toprak, kemiklerimin toprağıyla mebde-i hilkatimin toprağı birbirine karışmış bir surette, ayaklar altında çiğneniyor gördüm. O da derman değil, belki derdime dert kattı.

Sonra mecburiyetle arkama baktım. Gördüm ki, esassız, fâni olan dünya, hiçlik derelerinde ve yokluk zulümatında yuvarlanıp gidiyor. Derdime merhem ararken, zehir ilâve etti.

O cihette dahi hayır göremediğimden, ön tarafıma baktım, ileriye nazarımı gönderdim. Gördüm ki, kabir kapısı tam yolumun üstünde açık görünüp, ağzını açmış, bana bakıyor. Onun arkasında, ebed tarafına giden cadde ve o caddede giden kafileler uzaktan uzağa nazara çarpıyor.

Ve bu altı cihetten gelen dehşetlere karşı bana nokta-i istinad ve silâh-ı müdafaa olacak, cüz’î bir cüz-ü ihtiyarîden başka birşey elimde yok. O hadsiz a’dâ ve hesapsız muzır şeylere karşı tek bir silâh-ı insanî olan o cüz-ü ihtiyarî, hem nâkıs, hem kısa, hem âciz, hem icadsız olduğundan, kesbden başka birşey elinden gelmez. Ne geçmiş zamana geçebilir, tâ ondan bana gelen hüzünleri sustursun; ve ne de istikbale hulûl edebilir, tâ ondan gelen korkuları men etsin. Geçmiş ve geleceklere ait emellerime ve elemlerime faydası olmadığını gördüm.

Bu altı cihetten gelen dehşet ve vahşet ve karanlık ve me’yusiyet içinde çırpındığım hengâmda, birden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın semâsında parlayan iman nurları imdada yetişti. O altı ciheti o kadar tenvir edip ışıklandırdı ki, gördüğüm o vahşetler ve karanlıklar yüz derece tezauf etseydi, yine o nur onlara karşı kâfi ve vâfi idi. Bütün o dehşetleri birer birer teselliye ve o vahşetleri birer birer ünsiyete çevirdi. Şöyle ki:

İman, o vahşetli geçmiş zamanın mezar-ı ekber suretini yırtıp, ünsiyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-i ahbap olduğunu biaynilyakîn, bihakkılyakîn gösterdi.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Beşinci Lem'a / Sonraki Risale: Yirmi Yedinci Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

a’dâ : düşmanlar
âciz : güçsüz, elinden bir şey gelmeyen
biaynelyakîn : gözle görerek kesin bilgi edinme
bihakkalyakîn : bizzat yaşayarak kesin bilgi edinme
biilmelyakîn : ilmî delillerle elde edilen kesinlik
bilmüşahede : gözle görerek
cihet : taraf, yön
cüz’î : ferdî, sınırlı
cüz-ü ihtiyarî : insanda bulunan sınırlı irade
dehşet : korku, ürküntü
ebed : sonsuzluk
elem : acı, keder
emel : arzu, istek
hadsiz : sayısız
hengâm : zaman, dönem
hulûl etmek : girmek, katılmak
hüzün : üzüntü
icadsız olmak : bir şey ortaya koyamamak
istikbal : gelecek
kabr-i ekber : çok büyük mezar
kâfi : yeterli
kesb etmek : kazanmak
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân : açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
me’yusiyet : ümitsizlik
meclis-i münevver : nurlu meclis
mecma-i ahbap : dostların toplandığı yer
men etmek : yasaklamak, engel olmak
mezar-ı ekber : çok büyük mezar
misafirhane-i Rahmânî : Allah’ın sonsuz rahmetiyle kulları için bir konak gibi hazırladığı dünya
muzır : zararlı
nâkıs : eksik, noksan
nazar : bakış
nazar-ı gaflet : gaflet bakışı, bir şeyin manasını anlamadan bakmak
nokta-i istinad : dayanak noktası
saadet : mutluluk
semâ : gökyüzü
silâh-ı insanî : insana ait silah
silâh-ı müdafa : savunma silâhı
suret : biçim, görünüş
şâşaalı : gösterişli, göz alıcı bir şekilde
tabutiyet : tabut olma özelliği
tenvir etmek : aydınlatmak
tezâuf etmek : katlanarak artmak
ticaretgâh : alışveriş yeri
uhrevî : âhirete ait
ünsiyet : dostluk, arkadaşlık
ünsiyetli : cana yakın, dost
vâfi : yeterli
vahşet : ürküntü, yabanîlik
vahşetli : ürküntü veren
ziyafet-i Rahmâniye : Allah’ın sonsuz rahmetiyle kullarına sunduğu ziyafetler
Yükleniyor...