Eğer mahiyetini bilmeseydim birkaç sene beni sarhoş edip güldürmesine bedel, yüz sene dünyada kalsam beni ağlattıracaktı. Nasıl ki öylelerden birisi ağlayarak demiş:

لَيْتَ الشَّبَابَ يَعُودُ يَوْمًا - فَاُخْبِرَهُ بِمَا فَعَلَ اْلمَشِيبُ Yani, “Keşke gençliğim birgün dönseydi, ihtiyarlık benim başıma ne kadar hazîn haller getirdiğini ona şekvâ edip söyleyecektim.”

Evet, bu zat gibi gençliğin mahiyetini bilmeyen ihtiyarlar, gençliklerini düşünüp teessüf ve tahassürle ağlıyorlar. Halbuki gençlik, eğer ehl-i kalb, ehl-i huzur ve aklı başında ve kalbi yerinde bulunan mü’minlerde olsa, ibadete ve hayrâta ve ticaret-i uhreviyeye sarf edilse, en kuvvetli bir vesile-i ticaret ve güzel ve şirin bir vasıta-i hayrattır.

Ve o gençlik, vazife-i diniyesini bilip sû-i istimal etmeyenlere, kıymettar, zevkli bir nimet-i İlâhiyedir. Eğer istikamet, iffet, takvâ beraber olmazsa, çok tehlikeleri var; taşkınlıklarıyla saadet-i ebediyesini ve hayat-ı uhreviyesini zedeler. Belki hayat-ı dünyeviyesini de berbat eder. Belki bir iki sene gençlik zevkine bedel, ihtiyarlıkta çok seneler gam ve keder çeker.

Madem ekser insanlarda gençlik zararlı düşüyor. Biz ihtiyarlar Allah’a şükretmeliyiz ki, gençlik tehlikelerinden ve zararlarından kurtulduk. Herşey gibi, elbette gençliğin dahi lezzetleri gidecek. Eğer ibadete ve hayra sarf edilmişse, o gençliğin meyveleri onun yerinde bâki kalıp, hayat-ı ebediyede bir gençlik kazanmasına vesile olur.

Sonra, ekser nâsın âşık ve müptelâ olduğu dünyaya baktım. Nur-u Kur’ân ile gördüm ki, birbiri içinde üç küllî dünya var: Birisi esmâ-i İlâhiyeye bakar, onların âyinesidir. İkinci yüzü âhirete bakar, onun mezraasıdır. Üçüncü yüzü ehl-i dünyaya bakar, ehl-i gafletin mel’abegâhıdır.

Hem herkesin bu dünyada koca bir dünyası var. Adeta insanlar adedince dünyalar birbiri içine girmiş. Fakat herkesin hususî dünyasının direği, kendi hayatıdır. Ne vakit cismi kırılsa, dünyası başına yıkılır, kıyameti kopar. Ehl-i gaflet, kendi dünyasının böyle çabuk yıkılacak vaziyetini bilmediklerinden, umumî dünya gibi daimî zannedip perestiş eder.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Beşinci Lem'a / Sonraki Risale: Yirmi Yedinci Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhiret : öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
bâki : devamlı olan, sonsuz
bedel : karşılık
daimî : sürekli, devamlı
ehl-i dünya : dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
ehl-i gaflet : âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar
ehl-i huzur : kendisini her an Allah’ın huzurunda hissedenler
ehl-i kalb : kalb ehli, mânevî derecelere yükselen kişiler
ekser : pek çok
esmâ-i İlâhiye : Allah’ın isimleri
gam ve keder : sıkıntı ve üzüntü
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
hayat-ı ebediye : sonsuz hayat, âhiret hayatı
hayat-ı uhreviye : ahiret hayatı
hayır : sevap kazandıran işler
hayrât : iyilikler, sevap kazandıran işler
hazîn : hüzün veren, acıklı
hususî : özel; gerçek
iffet : namusluluk, haram ve yasak şeylere yeltenmemek
istikamet : doğru
kıymet : değer
küllî : geniş, kapsamlı
mahiyet : öz nitelik, özellik
mel’abegâh : oyun yeri
mezraa : tarla
mü’min : Allah’a ve Ondan gelen herşeye inanan
müptelâ olmak : bağımlı olmak
nâs : insanlar
nimet-i İlâhiye : Allah’ın nimeti
nur-u Kur’ân : Kur’ân’ın nuru, aydınlığı
perestiş etmek : aşırı derece sevmek ve bağlanmak
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
sarf etmek : harcamak
sû-i istimal : kötüye kullanma
şekvâ etmek : şikâyet etmek
tahassür : özlem, hasret çekme
takvâ : Allah’ın emirlerini yerine getirip, günahlardan sakınmak
teessüf : üzüntü
ticaret-i uhreviye : âhiret mutluluğunu kazanmak için yapılan ticaret
umumî : genel, herkese ait
vasıta-i hayrat : hayırlı işler yapma aracı
vazife-i diniye : dini görev, sorumluluk
vaziyet : durum
vesile : aracı
vesile-i ticaret : ticaret aracı
Yükleniyor...