Çünkü bu dünyayı hadsiz envâ-ı lütuf ve ihsanıyla böyle tezyin edip mükrimâne ve şefîkane rububiyetini gösteren ve tohumlar gibi en ehemmiyetsiz cüz’î şeyleri dahi muhafaza eden bir Sâni-i Kerîm ve Rahîm, masnuatı içinde en mükemmel ve en câmi, en ehemmiyetli ve en çok sevdiği masnuu olan insanı, elbette ve bilbedahe, sureten göründüğü gibi böyle merhametsiz, âkıbetsiz idam etmez, mahvetmez, zayi etmez.

Belki bir çiftçinin toprağa serptiği tohumlar gibi, başka bir hayatta sümbül vermek için, Hâlık-ı Rahîm o sevgili masnuunu, bir rahmet kapısı olan toprak altına muvakkaten atar. HAŞİYE

İşte bu ihtar-ı Kur’ânîyi aldıktan sonra, o kabristan, İstanbul’dan ziyade bana ünsiyetli oldu. Halvet ve uzlet, bana sohbet ve muaşeretten daha ziyade hoş geldi. Ben de Boğaz tarafındaki Sarıyer’de, bir halvethane kendime buldum.

Gavs-ı Âzam (r.a.) Fütuhu’l-Gayb’ıyla bana bir üstad ve tabip ve mürşid olduğu gibi, İmam-ı Rabbânî de (r.a.) Mektubat’ıyla bir enîs, bir müşfik, bir hoca hükmüne geçti. O vakit, ihtiyarlığa girdiğimden ve medeniyetin ezvâkından çekildiğimden ve hayat-ı içtimaiyeden sıyrıldığımdan pek çok memnun oldum, Allah’a şükrettim.

İşte, ey benim gibi ihtiyarlık içine giren ve ihtiyarlığın ihtarıyla vefatı çok tahattur eden zatlar! Kur’ân’ın verdiği ders-i iman nuruyla, ihtiyarlığı ve vefatı ve hastalığı hoş görmeliyiz, belki bir cihette sevmeliyiz.

Madem iman gibi hadsiz derecede kıymettar bir nimet bizde vardır. İhtiyarlık da hoştur, hastalık da hoştur, vefat da hoştur. Nâhoş birşey varsa o da günahtır, sefahettir, bid’atlardır, dalâlettir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : Bu hakikat, iki kere iki dört eder derecesinde, sair risalelerde, hususan Onuncu ve Yirmi Dokuzuncu Sözlerde ispat edilmiştir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Beşinci Lem'a / Sonraki Risale: Yirmi Yedinci Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

akıbetsiz : neticesiz
âli : yüksek
bid’at : dinde olmayıp sonradan dine zarar verecek şekilde ortaya çıkan şey
biraderzade : kardeş oğlu, yeğen
Boğaz : İstanbul Boğazı
cihet : yön, taraf
dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inançsızlık, inkâr
Dârü’l-Hikmet : 1918-1922 yılları arasında Şeyhülislamlığa bağlı olarak faaliyet gösteren, Bediüzzaman’ın da görev yaptığı İslâm akademisi hüviyetinde ilmi kuruluş
ders-i iman : iman dersi
enîs : dost
esaret : esirlik, tutsaklık
ezvâk : zevkler, lezzetler
Fütuhu’l-Gayb : [Abdülkâdir-i Geylânî (k.s.)]
Gavs-ı Âzam : Abdulkâdir-i Geylânî (k.s.)
hadsiz : sınırsız, sayısız
hakikat : asıl, gerçek, doğru
Hâlık-ı Rahîm : sınırsız şefkat sahibi ve yaratıcı olan Allah
halvet : yalnızlık, tek başına kalma
halvethane : yalnızca ibadet etmek ve çile doldurmak için kapanılan yer
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
hayat-ı içtimai : sosyal hayat
hususan : özellikle
idam etmek : yok etmek
ihtar : hatırlatma
ihtar-ı Kur’ânî : Kur’ân’ın ihtarı, hatırlatması
kabristan : mezarlık
kıymettar : değerli
mahvetmek : bozmak, dağıtmak
masnu : san’at eseri
Mektubat : İmam-ı Rabbânî’nin bir eseri
merhum : rahmete kavuşmuş, vefat etmiş
mes’ûdâne : mutlu bir şekilde
meslek-i ilmiye : ilim mesleği
muaşeret : insanlarla birlikte yaşayıp iyi geçinmek, insanların içine girme
muvakkaten : geçici olarak
münasip : uygun
mürşid : doğru yol gösteren
müşfik : şefkatli
nâhoş : hoş olmayan
nimet : iyilik, lütuf
nur : aydınlık
rahmet : şefkat, merhamet
rica : ümit
risale : Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
sair : diğer, başka
sefahet : yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük, beyinsizce davranış, budalalık
tabip : doktor
tahattur eden : hatırlayan
uzlet : yalnızlığa çekilmek
ünsiyet : arkadaş, dost
üstad : hoca, öğretmen
zayi etmek : kaybetmek
ziyade : çok, fazla
Yükleniyor...