Yani, müvellidülmâ, müvellidülhumuza, karbon, azotun intizamsız, şekilsiz, hamur gibi halitasından ibaret olmakla beraber; hava, su, hararet, ziya dahi, herbiri basit ve şuursuz ve herşeye karşı sel gibi bir tarzda gittiğinden, o hadsiz çiçeklerin teşkilleri ayrı ayrı ve gayet muntazam ve san’atlı olarak o topraktan çıkması, bilbedâhe ve bizzarure iktiza ediyor ki, o kâsede bulunan toprakta, mânen Avrupa kadar, mânevî ve küçük mikyasta matbaaları ve fabrikaları bulunsun. Tâ ki, bu kadar hayattar kumaşları ve binler ayrı ayrı nakışlı mensucatları dokuyabilsin.

İşte, tabiiyyunların fikr-i küfrîleri ne derece daire-i akıldan hariç saptığını kıyas et. Ve tabiatı mûcid zanneden insan suretindeki ahmak sarhoşlar “Mütefennin ve akıllıyız” diye dâvâ ettikleri halde, akıl ve fenden ne kadar uzak düştüklerini ve mümteni ve hiçbir cihetle mümkün olmayan bir hurafeyi kendilerine meslek ittihaz ettiklerini gör, gül ve tükür!

Eğer desen: Mevcudat tabiata isnad edilse böyle acip muhaller olur, imtinâ derecesinde müşkilât olur. Acaba Zât-ı Ehad ve Samede verildiği vakit o müşkilât nasıl kalkıyor? Ve o suubetli imtinâ, o suhuletli vücuba nasıl inkılâp eder?

Elcevap: Birinci Muhalde, nasıl ki güneşin cilve-i in’ikâsı kemâl-i suhuletle, külfetsiz, en küçük zerrecik camdan tut, tâ en büyük bir denizin yüzüne kadar feyzini ve tesirini misalî güneşçiklerle gayet kolaylıkla gösterdikleri halde, eğer güneşten nisbeti kesilse, o vakit herbir zerrecikte tabiî ve bizzat bir güneşin haricî vücudu, imtinâ derecesinde bir suubetle olabilmesi kabul edilmek lâzım gelir.

Öyle de, herbir mevcut, doğrudan doğruya Zât-ı Ehad ve Samede verilse, vücub derecesinde bir suhulet, bir kolaylıkla ve bir intisap ve cilve ile, herbir mevcuda lâzım herbir şey ona yetiştirilebilir.

Eğer o intisap kesilse ve o memuriyet başıbozukluğa dönse ve herbir mevcut kendi başına ve tabiata bırakılsa, o vakit imtinâ derecesinde yüz bin müşkilât ve suubetle, sinek gibi bir zîhayatın, kâinatın küçük bir fihristesi olan gayet harika makine-i vücudunu icad eden, içindeki kör tabiatın, kâinatı halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet sahibi olduğunu farz etmek lâzım gelir. Bu ise bir muhal değil, belki binler muhaldir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi İkinci Lem'a / Sonraki Risale: Yirmi Dördüncü Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : hayret verici
ahmak : aptal
bilbedâhe : açık bir şekilde
bizzarure : ister istemez, zorunlu olarak
cihet : şekil, yön
cilve : görünme, yansıma
cilve-i in’ikâs : görüntünün yansıması
daire-i akıl : akıl dairesi
dâvâ : iddia
feyiz : bereket, bolluk
fihriste : özet, içerik
fikr-i küfrî : Allah’ı inkâr etme düşüncesi
hadsiz : sayısız
halita : karışık halde olan, karışık
hararet : sıcaklık
haricî : dışa ait
hariç : dışında
hurafe : delile dayanmayan saçma inanış
iktiza etmek : gerektirmek
imtinâ : imkânsızlık
inkılâp etmek : dönüşmek
intisap : bağlantı
intizamsız : düzensiz
isnad etme : dayandırma
ittihaz etmek : edinmek, kabullenmek
kâinat : doğa, evren
kemâl-i sûhûlet : tam bir kolaylık
külfet : güçlük, zorluk
memuriyet : emir altında olma
mensucat : dokumalar
meslek : usul, yol
mevcudat : varlıklar
mevcut : varlık
mikyas : ölçek
misal : benzer, örnek
misalî : görüntü şeklinde olan
mûcid : icad eden; yoktan var eden
muhal : imkânsız
muntazam : düzenli
mümteni : imkansız
müşkilât : zorluklar
mütefennin : bilgili, fen ilimlerine sahip
müvellidülhumuza : oksijen
müvellidülmâ : hidrojen
nisbet : bağ
suhulet : kolaylık
suret : biçim, görünüş
suubet : zorluk
şuursuz : bilinç
tabiat : doğa, maddî âlem
tabiiyyun : herşeyi tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenler
teşkil : şekillendirme
vücub : kesinlik, zorunluluk, gereklilik
vücud : varlık
Zât-ı Ehad ve Samed : herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve birliği herbir şeyde görünen Allah
zîhayat : canlı, hayat sahibi
ziya : ışık
Yükleniyor...