Onun kaba, vahşî aklı, bir kumandanın, devletin nizâmâtıyla ve kanun-u padişahî ile o kumandanın emrini, kumandasını anlamayıp inkâr ettiğinden, o askerlerin iplerle birbiriyle bağlı olduklarını tahayyül eder. O hayalî ip ne kadar harikalı bir ip olduğunu düşünür, hayrette kalır.

Sonra gider, Ayasofya gibi gayet muazzam bir camie, Cuma gününde dahil olur. O cemaat-i Müslimînin, bir adamın sesiyle kalkar, eğilir, secde ederek oturduklarını müşahede eder.

Mânevî ve semâvî kanunların mecmuundan ibaret olan şeriatı ve Şeriat Sahibinin emirlerinden gelen mânevî düsturlarını anlamadığından, o cemaatin maddî iplerle bağlandığını ve o acip ipler onları esir edip oynattığını tahayyül ederek, en vahşî, insan suretindeki canavar hayvanları dahi güldürecek derecede maskaralı bir fikirle çıkar, gider.

İşte, aynı bu misal gibi, Sultan-ı Ezel ve Ebedin hadsiz cünudunun muhteşem bir kışlası olan şu âleme ve o Mâbûd-u Ezelînin muntazam bir mescidi olan şu kâinata, mahz-ı vahşet olan inkârlı fikr-i tabiatı taşıyan bir münkir giriyor.

O Sultan-ı Ezelînin hikmetinden gelen nizâmât-ı kâinatın mânevî kanunlarını birer maddî madde tasavvur ederek ve saltanat-ı rububiyetin kavânîn-i itibariyesi ve o Mâbûd-u Ezelînin şeriat-ı fıtriye-i kübrâsının, mânevî ve yalnız vücud-u ilmîsi bulunan ahkâmlarını ve düsturlarını, birer mevcud-u haricî ve maddî birer madde tahayyül ederek, kudret-i İlâhiyenin yerine, o ilim ve kelâmdan gelen ve yalnız vücud-u ilmîsi bulunan o kanunları ikame etmek ve ellerine icad vermek, sonra da onlara “tabiat” namını takmak ve yalnız bir cilve-i kudret-i Rabbâniye olan kuvveti, bir zîkudret ve müstakil bir kadîr telâkki etmek, misaldeki vahşîden bin defa aşağı bir vahşettir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi İkinci Lem'a / Sonraki Risale: Yirmi Dördüncü Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahkâm : hükümler
cemaat-i Müslimîn : Müslüman cemaat
cilve-i kudret-i Rabbâniye : Rabbânî kudret ve iradenin yansıması
cünud : askerler
fikr-i tabiat : her şeyi tabiatın yarattığını kabul eden düşünce
hakikatsiz : asılsız, bir gerçeğe dayanmayan
hikmet : herşeyin bir gayeye yönelik olarak anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması; yüksek bilgi
icad vermek : yaratma özelliğini vermek
ikâme etmek : yerine koymak
inkâr etmek : inanmamak, reddetmek
kadîr : güç ve iktidar sahibi
kanun-u padişahî : padişah kanunu
kavânîn-i itibariye : maddî varlığı olmayan kanunlar kanunlar
kelâm : ifade, söz
kudret-i İlâhiye : Allah’ın güç ve kudreti
Mâbûd-u Ezelî : varlığının başlangıcı olmayan ve ibadete layık olan Allah
mahz-ı vahşet : tam bir ilkellik
mecmuu : bir şeyin tamamı
mevcud-u haricî : gözle görülür şekilde maddî bir yapıya sahip olan
mevhum : gerçekte olmadığı halde var sayılan
muazzam : azametli, çok büyük
muntazam : düzenli
münkir : inkârcı
müşahede etmek : gözlemlemek
nizâmât : kanunlar
nizâmât-ı kâinat : kâinattaki düzenler
saltanat-ı rububiyet : Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği
Sultan-ı Ezel ve Ebed : başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan
Sultan-ı Ezelî : hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allah
şeriat-ı fıtriye-i kübrâ : kâinattaki düzen ve intizamı sağlayan, bütün varlıkların tabi olduğu büyük kanun; tabiat kanunlarının bütünü
tabiiyyun : herşeyi tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenler
tahayyül etmek : hayal etmek
tasavvur etmek : düşünmek
telâkki etmek : kabul etmek, algılamak
vücud-u ilmî : ilmî varlık, maddî varlığı olmayan, ilmen var olan şey
zîkudret : kudretli, güçlü, kuvvetli
Yükleniyor...