DÖRDÜNCÜ SEBEP

Ehl-i hidayetin rekabetkârâne ihtilâfı, âkıbeti düşünmemekten ve kasr-ı nazardan olmadığı gibi; ehl-i dalâletin samimâne ittifakları, âkıbet-endişlikten ve yüksek nazardan değildir.

Belki ehl-i hidayet, hak ve hakikatin tesiriyle, nefsin kör hissiyatına kapılmayarak, kalbin ve aklın dûr-endişâne temayülâtına tâbi olmakla beraber, istikameti ve ihlâsı muhafaza edemediklerinden, o yüksek makamı muhafaza edemeyip ihtilâfa düşüyorlar.

Ehl-i dalâlet ise, nefsin ve hevânın tesiriyle, kör ve âkıbeti görmeyen ve bir dirhem hazır lezzeti bir batman ilerideki lezzete tercih eden hissiyatın mukteziyatıyla, birbirine samimî olarak, muaccel bir menfaat ve hazır bir lezzet için şiddetli ittifak ediyorlar.

Evet, dünyevî ve hazır lezzet ve menfaat etrafında aşağı, kalbsiz nefisperestler samimî ittifak ve ittihad ediyorlar. Ehl-i hidayet, âhirete ait ve ileriye müteallik semerât-ı uhreviyeye ve kemâlâta, kalb ve aklın yüksek düsturlarıyla müteveccih oldukları için, esaslı bir istikamet ve tam bir ihlâs ve gayet fedakârâne bir ittihad ve ittifak olabilirken, enâniyetten tecerrüd edemedikleri için, ifrat ve tefrit yüzünden, ulvî bir menba-ı kuvvet olan ittifakı kaybedip, ihlâs da kırılır. Ve vazife-i uhreviye de zedelenir. Kolayca rıza-yı İlâhî de elde edilmez.

Bu mühim marazın merhemi ve ilâcı, “El-hubbu fillâh” sırrıyla, tarik-i hakta gidenlere refakatle iftihar etmek; ve arkalarından gitmek; ve imamlık şerefini onlara bırakmak; ve o hak yolunda kim olursa olsun kendinden daha iyi olduğunun ihtimaliyle enâniyetinden vazgeçip ihlâsı kazanmak; ve ihlâsla bir dirhem amel, ihlâssız batmanlarla amellere râcih olduğunu bilmekle ve tâbiiyeti dahi, sebeb-i mes’uliyet ve hatarlı olan metbûiyete tercih etmekle o marazdan kurtulur ve ihlâsı kazanır, vazife-i uhreviyesini hakkıyla yapabilir.

BEŞİNCİ SEBEP

Ehl-i hidayetin ihtilâfı ve adem-i ittifakı zaaflarından olmadığı gibi, ehl-i dalâletin kuvvetli ittifakı da kuvvetlerinden değildir. Belki ehl-i hidayetin ittifaksızlığı, iman-ı kâmilden gelen nokta-i istinad ve nokta-i istinaddan neş’et eden kuvvetten ileri geldiği gibi; ehl-i gaflet ve ehl-i dalâletin ittifakları, kalben nokta-i istinad bulmadıkları itibarıyla zaaf ve aczlerinden ileri gelmiştir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Dokuzuncu Lem'a / Sonraki Risale: Yirmi Birinci Lem'a
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adem-i ittifak : ittifaksızlık, birlik oluşturmamak
âhiret : öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
âkıbet : netice, son
amel : dinin emirlerini yerine getirme
batman : yaklaşık 8 kg ağırlığında bir ağırlık ölçüsü
dirhem : eskiden kullanılan ve 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
dûr-endişâne : gelecek endişesiyle
dünyevî : dünya ile ilgili
düstur : kural
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ehl-i gaflet : âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar
ehl-i hidayet : doğru yolda olanlar, iman etmiş olanlar
el-hubbu fillâh : Allah için sevmek
enâniyet : benlik, gurur
esaslı : sağlam temeller üzerine kurulu
fedakârâne : fedakârca
hak : doğru, gerçek
hatarlı : tehlikeli
hissiyat : hisler, duygular
ifrat : aşırılık, bir şeye aşırı ilgi gösterme
iftihar etmek : övünmek
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ihtilâf : anlaşmazlık, uyuşmazlık
iman-ı kâmil : mükemmel iman
istikamet : doğru yolda olma
ittifak : anlaşma, birlik
ittifaksızlık : birlik oluşturmamak
ittihad etmek : birlik oluşturmak
kalben : kalp yoluyla
kemâlât : mükemmel özellikler
maraz : hastalık
menba-ı kuvvet : kuvvet kaynağı
menfaat : fayda, çıkar
metbûiyet : başkalarının kendisine uyması, tâbi olunan kimse
muaccel : peşin, hemen verilen
mukteziyat : bir şeyin gerekli neticeleri
mühim : önemli
müteallik : alakalı, ilgili
müteveccih : yönelen
nefisperest : nefsin arzu ve isteklerine çok düşkün olan
neş'et eden : kaynaklanan
nokta-i istinad : dayanak noktası
râcih : üstün gelen, tercih edilen
refakat : arkadaşlık
rıza-yı İlâhî : Allah’ın rızası, hoşnutluğu
sebeb-i mes'uliyet : sorumluluk nedeni
semerât-ı uhreviye : âhirete ait meyveler
tâbiiyet : bir başkasına uymak, tabii olmak
tarik-i hak : hak ve hakikat yolu
tecerrüd etmek : soyutlanmak, sıyrılmak
tefrit : bir şeye aşırı seviyede ilgisiz kalma
tesir : etki
ulvî : yüce
vazife-i uhreviye : âhirete ait görev
zaaf : zayıflık, güçsüzlük
Yükleniyor...