Hem daire-i ilm-i İlâhînin harici yok ki, birşey ona atılsın. Daire-i ilim içinde bulunan adem ise, adem-i haricîdir ve vücud-u ilmîye perde olmuş bir ünvandır. Hattâ, bu mevcudat-ı ilmiyeye, bazı ehl-i tahkik “a’yân-ı sâbite” tabir etmişler. Öyle ise, fenâya gitmek, muvakkaten haricî libasını çıkarıp, vücud-u mânevîye ve ilmîye girmektir. Yani, hâlik ve fâni olanlar, vücud-u haricîyi bırakıp, mahiyetleri bir vücud-u mânevî giyer, daire-i kudretten çıkıp daire-i ilme girer.

İkincisi: Çok Sözlerde izah ettiğimiz gibi, herşey, mânâ-yı ismiyle ve kendine bakan vecihte hiçtir; kendi zâtında müstakil ve bizatihî sabit bir vücudu yok. Ve yalnız kendi başıyla kaim bir hakikati yok. Fakat Cenâb-ı Hakka bakan vecihte ise, yani mânâ-yı harfiyle olsa, hiç değil. Çünkü onda cilvesi görünen esmâ-i bâkiye var. Mâdum değil; çünkü sermedî bir vücudun gölgesini taşıyor. Hakikati vardır, sabittir, hem yüksektir. Çünkü mazhar olduğu bâki bir ismin sabit bir nevi gölgesidir.

Hem 1 كُلُّ شَىْءٍ هاَلِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ insanın elini mâsivâdan kesmek için bir kılıçtır ki, o da, Cenâb-ı Hakkın hesabına olmayan fâni dünyada, fâni şeylere karşı alâkaları kesmek için, hükmü, dünyadaki fâniyâta bakar. Demek, Allah hesabına olsa, mânâ-yı harfiyle olsa, livechillâh olsa, mâsivâya girmez ki, كُلُّ شَىْءٍ هاَلِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ kılıcıyla başı kesilsin.

Elhasıl: Eğer Allah için olsa, Allah’ı bulsa, gayr kalmaz ki başı kesilsin. Eğer Allah’ı bulmazsa ve hesabıyla bakmazsa, herşey gayrdır.

كُلُّ شَىْءٍ هاَلِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ kılıcını istimal etmeli, perdeyi yırtmalı, tâ Onu bulmalı.
2 اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Herşey helâk olup gidicidir. Ona bakan yüzü müstesnâ.” Kasas Sûresi, 28:88.
2 : Bâkî olan sadece Odur.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Dördüncü Mektup / Sonraki Risale: On Altıncı Mektup
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

a’yân-ı sâbite : eşyanın var olmadan önce Allah’ın ilminde var oluşu
adem : yokluk
adem-i haricî : maddeten yok olma hâli; Allah’ın ilminde var olup fakat maddî varlığı olmayan
bâki : devamlı, kalıcı
bizatihi : kendi başına, başlı başına
cilve : görünme, yansıma
daire-i ilim : ilim dairesi
daire-i ilm-i İlâhî : Allah’ın ilim dairesi
daire-i kudret : Allah’ın kudret dairesi; yaratılmış olanlar
ehl-i tahkik : gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimler
elhasıl : özetle, sonuç olarak
esmâ-i bâkiye : Allah’ın devamlı ve kalıcı olan isimleri
fâni : gelip geçici, ölümlü
fâniyat : gelip geçici şeyler
fenâ : gelip geçicilik, yokluk
gayr : Allah’tan başkası
hakikat : gerçek mahiyet, asıl, esas
hâlik : helâk olan, yokluğa giden
haric : dış
haricî : dışa ait
istimal : kullanma
izah : açıklama
kaim : var olan
libas : elbise
liveçhillâh : Allah için, Allah namına
madum : yok, ölü
mahiyet : asıl, esas, öz nitelik
mânâ-yı harfî : bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bildirip tanıtan mânâsı
mânâ-yı ismî : bir şeyin sahibine değil de, bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı
mâsivâ : Allah’ın dışındaki herşey
mazhar : görüntü yeri, ayna
mevcudat-ı ilmiye : Allah’ın ilim dairesindeki varlıklar
muvakkaten : geçici olarak
müstakil : başlı başına, bağımsız
nevi : tür, çeşit
sermedî : sürekli, devamlı
tâbir : adlandırma
vecih : yüz, yön
vücud-u haricî : maddî varlık, beden
vücud-u ilmî : ilmen var olma
vücud-u mânevî ve ilmî : ilmî ve mânevî varlık
vücud-u mânevî : mânevî varlık
vücut : varlık
Yükleniyor...