Zira, Kur’ân-ı Hakîm, her zaman kıyametin acaibini tehdit suretinde zikrediyor, “Göreceksiniz” diyor. Halbuki, cism-i insanî ile onu görenler, kıyamete yetişenlerdir.

Demek, kabirde cesetleri çürüyen ervahların da o tehdid-i Kur’âniyeden hisseleri var.

ALTINCI SUALİNİZİN MEÂLİ: 1 كُلُّ شَىْءٍ هاَلِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ Bu âyetin âhirete, Cennete, Cehenneme ve ehillerine şümulü var mı, yok mu?

Elcevap: Şu mesele, pek çok ehl-i tahkik ve ehl-i keşif ve ehl-i velâyetin medar-ı bahsi olmuş. Şu meselede söz onlarındır. Hem de şu âyetin çok genişliği ve çok merâtibi var.

Ehl-i tahkikin bir kısm-ı ekseri demişler ki: “Âlem-i bekàya şümulü yok.” Diğer kısmı ise: “Âni olarak onlar da az bir zamanda bir nevi helâkete mazhar olurlar. O kadar az bir zamanda oluyor ki, fenâya gidip gelmiş hissetmeyecekler.”

Amma, bazı müfrit fikirli ehl-i keşfin hükmettikleri fenâ-yı mutlak ise, hakikat değildir. Çünkü, Zât-ı Akdes-i İlâhî madem sermedî ve daimîdir; elbette sıfâtı ve esmâsı dahi sermedî ve daimîdirler.

Madem sıfâtı ve esmâsı daimî ve sermedîdirler; elbette onların âyineleri ve cilveleri ve nakışları ve mazharları olan âlem-i bekàdaki bâkiyat ve ehl-i bekà, fenâ-yı mutlaka, bizzarure, gidemez.

Kur’ân-ı Hakîmin feyzinden şimdilik iki nokta hatıra gelmiş; icmâlen yazacağız.

Birincisi: Cenâb-ı Hak öyle bir Kadîr-i Mutlaktır ki, adem ve vücut, kudretine ve iradesine nisbeten iki menzil gibi, gayet kolay bir surette oraya gönderir ve getirir. İsterse bir günde, isterse bir anda oradan çevirir.

Hem adem-i mutlak zaten yoktur. Çünkü bir ilm-i muhît var.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Herşey helâk olup gidicidir. Ona bakan yüzü müstesnâ.” Kasas Sûresi, 28:88.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Dördüncü Mektup / Sonraki Risale: On Altıncı Mektup
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adem-i mutlak : sınırsız tam bir yokluk
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
âlem-i bâki : devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi
âlem-i bekà : devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi, bâki âlem
bâkiyat : bâkî şeyler, devamlı ve kalıcı olanlar
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah
cihet : yön
cilve : görünme, yansıma
cism-i insanî : insan bedeni
ehil : lâyık
ehl-i bekà : bâkî olanlar, sonsuza dek yaşayanlar
ehl-i keşif : mânevîyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar
ehl-i tahkik : gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimler
ehl-i velâyet : velî kullar, Allah dostları
ervah : ruhlar
esmâ : isimler
fenâ : yokluk, yok oluş
fenâ-yı mutlak : sonsuz yok oluş
feyz : ilham, bereket, ilim bolluğu
hakikat : gerçek, doğru
helâket : yok oluş
icmâlen : kısaca, özet olarak
ilm-i muhît : herşeyi ihata edici, kuşatıcı ilim
irade : dileme, istek, tercih
istibşarkârâne : müjdelenerek, sevinerek
istiğrabkârâne : şaşkınlık içinde
işârât-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın işaretleri
Kadîr-i Mutlak : hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın herşeye gücü yeten sonsuz kudret sahibi, Allah
kısm-ı ekseri : büyük bir kısmı
kıyamet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
kudret : güç, iktidar
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
mazhar : erişme, sahip olma; ayna, görünme yeri
meâl : kısaca anlam
medar-ı bahs : bahis sebebi, söz konusu
menzil : durak, yer
merâtib : mertebeler, dereceler
müfrit : ifrat eden, aşırıya giden
nevi : çeşit, tür
nisbeten : kıyasla, oranla
sermedî : sürekli, devamlı
sıfât : sıfatlar, vasıflar
suret : biçim, şekil
şümûl : kapsamlılık
teessürat : etkilenmeler
tehdid-i Kur’âniye : Kur’ân’ın tehdidi
vücut : varlık
Zât-ı Akdes-i İlâhî : her türlü kusur ve noksandan sonsuz derece uzak olan ilâhi Zât, Allah
zikretmek : anmak, hatırlatmak
Yükleniyor...