İKİNCİ MESELE-İ MÜHİMME

Sual: Vahdetü’l-vücud meselesi, çoklar tarafından en yüksek makam telâkki ediliyor.

Halbuki, velâyet-i kübrâda bulunan, başta Hulefâ-i Erbaa olmak üzere Sahabeler ve hem başta Hamse-i Âl-i Abâ olarak Eimme-i Ehl-i Beyt ve hem başta Eimme-i Erbaa olarak Müçtehidîn ve Tâbiînden, bu çeşit vahdetü’l-vücud meşrebi sarihan görülmemiş.

Acaba onlardan sonra çıkanlar daha ileri mi gitmişler, daha mükemmel bir cadde-i kübrâ mı bulmuşlar?

Elcevap: Hâşâ! Şems-i risaletin en yakın yıldızları ve en karib vereseleri bulunan o asfiyadan, hiç kimsenin haddi değil, daha ileri gidebilsin. Belki cadde-i kübrâ onlarındır.

Vahdetü’l-vücud ise, bir meşrep ve bir hal ve bir nâkıs mertebedir. Fakat zevkli, neş’eli olduğundan, seyr ü sülûkta o mertebeye girdikleri vakit, çoğu çıkmak istemiyorlar, orada kalıyorlar, en müntehâ mertebe zannediyorlar.

İşte şu meşrep sahibi, eğer maddiyattan ve vesaitten tecerrüd etmiş ve esbab perdesini yırtmış bir ruh ise, istiğrakkârâne bir şuhuda mazhar ise, vahdetü’l-vücuddan değil, belki vahdetü’ş-şuhuddan neş’et eden, ilmî değil, hâlî bir vahdet-i vücud onun için bir kemâl, bir makam temin edebilir.

Hattâ, Allah hesabına kâinatı inkâr etmek derecesine gidebilir. Yoksa, esbab içinde dalmış ise, maddiyata mütevağğıl ise, vahdetü’l-vücud demesi, kâinat hesabına Allah’ı inkâr etmeye kadar çıkar.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Yedinci Mektup / Sonraki Risale: On Dokuzuncu Mektup
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

asfiya : Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve takvâ sahibi büyük zâtlar
cadde-i kübrâ : büyük ve geniş cadde
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
Eimme-i Ehl-i Beyt : Hz. Peygamberin neslinden gelen imamlar
Eimme-i Erbaa : dört imam
esbab : sebepler
hâlî : halle ilgili
Hamse-i Âl-i Abâ : Peygamber Efendimizin kendisiyle beraber, kızı Hz. Fâtıma vâlidemiz, damadı Hz. Ali, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin
hâşâ : asla, kesinlikle öyle değil
Hulefâ-i Erbaa : dört büyük halife
inkâr : yok sayma
istiğrakkârâne : Allah aşkıyla kendinden geçercesine
kaide-i külliye : umûmî kaide; genel kural
kâinat : evren, yaratılan herşey
karib : yakın
kemâl : mükemmellik
maddiyat : maddî şeyler
mazhar : erişme, nail olma
mesele-i mühimme : önemli mesele
meşrep : tarz, usûl, metot
Müçtehidîn : müçtehitler; âyet ve hadislerden hüküm çıkaran büyük İslâm âlimleri
müntehâ : son nokta, uç
mütevağğıl : bir şeyle aşırı meşgul olan, derinlemesine dalan
sarihan : açık bir şekilde
seyr ü sülûk : İlâhî hakikatlere ulaşmak için bir rehberin öncülüğünde çıkılan mânevî yolculuk
şems-i risâlet : peygamberlik güneşi
şuhud : kalb gözüyle görme
Tâbiîn : Sahabeleri gören Müslümanlar
vahdetü’l-vücud : “Allah’ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve ‘varlık’ adını almaya lâyık değiller” tarzında bir tasavvufî görüş
vahdetü’ş-şuhud : kulun her şeyi bir olarak görmesi; her baktığı şeyde Allah’ı görme, müşahede etme
velâyet-i kübrâ : en büyük velâyet
verese : varisler, mirasçılar
vesait : vasıtalar; araçlar
Yükleniyor...