ÜÇÜNCÜ SUALİNİZ: Dünyanın siyasetine karşı niçin bu kadar lâkaytsın? Bu kadar safahât-ı âleme karşı tavrını hiç bozmuyorsun. Bu safahâtı hoş mu görüyorsun? Veyahut korkuyor musun ki sükût ediyorsun?

Elcevap: Kur’ân-ı Hakîmin hizmeti, beni şiddetli bir surette siyaset âleminden men etti. Hattâ düşünmesini de bana unutturdu. Yoksa, bütün sergüzeşt-i hayatım şahittir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı korku elimi tutup men edememiş ve edemiyor. Hem neden korkum olacak? Dünya ile, ecelimden başka bir alâkam yok. Çoluk çocuğumu düşüneceğim yok. Malımı düşüneceğim yok. Hanedanımın şerefini düşüneceğim yok. Riyâkâr bir şöhret-i kâzibeden ibaret olan şan ve şeref-i dünyeviyenin muhafazasına değil, kırılmasına yardım edene rahmet! Kaldı ecelim. O, Hâlık-ı Zülcelâlin elindedir. Kimin haddi var ki, vakti gelmeden ona ilişsin? Zaten izzetle mevti, zilletle hayata tercih edenlerdeniz. Eski Said gibi birisi 1 şöyle demiş:
2 وَنَحْنُ اُنَاسٌ لاَ تَوَسُّطَ بَيْنَنَا- لَنَا الصَّدْرُ دُونَ الْعَالَمِينَ اَوِ الْقَبْرُ

Belki hizmet-i Kur’ân, beni hayat-ı içtimaiye-i siyasiye-i beşeriyeyi düşünmekten men ediyor. Şöyle ki:

Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’ân’ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde, kàfile-i beşer düşe kalka gidiyor. Bir kısmı selâmetli bir yolda gider. Bir kısmı mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtaları bulmuş. Bir kısm-ı ekseri, o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde, karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi, sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü amber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor; düşerek, kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder; fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar. İşte bunlara karşı iki çare var:

Birisi, topuzla o sarhoş yirmisini ayıltmaktır. İkincisi, bir nur göstermekle mütehayyirlere selâmet yolunu irâe etmektir.

Ben bakıyorum ki, yirmiye karşı seksen adam, elinde topuz tutuyor. Halbuki, o biçare ve mütehayyir olan seksene karşı hakkıyla nur gösterilmiyor. Gösterilse de, bir elinde hem sopa, hem nur olduğu için, emniyetsiz oluyor. Mütehayyir adam, “Acaba nurla beni celb edip topuzla dövmek mi istiyor?” diye telâş eder. Hem de bazan arızalarla topuz kırıldığı vakit, nur dahi uçar veya söner. İşte, o bataklık ise, gafletkârâne ve dalâlet-pîşe olan sefîhâne hayat-ı içtimaiye-i beşeriyedir. O sarhoşlar, dalâletle telezzüz eden mütemerridlerdir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Ebû Firâs el-Hamedânî.
2 : Öyle insanlarız ki, bir orta seviyemiz yoktur. Ya herşeyin üstünde, ya da kabirde oluruz.
Önceki Risale: On İkinci Mektup / Sonraki Risale: On Dördüncü Mektup
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

celb : kendi tarafına çekme
dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
dalâlet-pîşe : sapıklık ve inançsızlığı meslek haline getiren
gafletkârâne : umursamaz ve duyarsız bir şekilde
hak : doğru
Hâlık-ı Zülcelâl : sonsuz yücelik ve haşmet sahibi, herşeyi yoktan yaratan Allah
hanedan : aile
hayat-ı beşeriye : insan hayatı
hayat-ı içtimaiye-i beşeriye : insanlığın sosyal hayatı
hayat-ı içtimaiye-i siyasiye-i beşeriye : insanlığın sosyal ve siyasî hayatı
hizmet-i Kur’ân : Kur’ân için yapılan hizmet
irâe etme : gösterme
izzet : şeref, yücelik
kàfile-i beşer : insan topluluğu
kısm-ı ekser : büyük kısım
mevt : ölüm
misk ü amber : çok hoş bir koku
muhafaza : koruma
mülevves : pis, kirli
mütehayyir : hayrette kalan, şaşkın
mütemerrid : inatçı, inanmamakta direnen
riyakâr : gösterişçi, iki yüzlü
sefîhâne : dinen yasaklanmış zevk ve eğlencelere düşkün olarak
selâmet : esenlik, güven
sergüzeşt-i hayat : hayat serüveni
şeref-i dünyeviye : dünyaya ait şeref
şöhret-i kâzibe : yalancı şöhret
telezzüz : lezzet alma, lezzetlenme
ufûnetli : kötü, pis kokulu
zillet : aşağılık, alçaklık
Yükleniyor...