Binler ihtimalden bir ihtimalle şu kısa hayat-ı fâniyeye küçük bir zarar gelmesi korkusundan, hayat-ı ebediyemize yüzde yüz, binler zarar verecek bir yola bizi ihtiyarımızla sevk edemezsiniz.”

Ve deyiniz: “Acaba hizmet-i Kur’âniyede arkadaşımız ve o hizmet-i kudsiyenin tedbirinde üstadımız ve ustabaşımız olan Said Nursî’nin yüzünden, bizim gibi hak yolunda ona dost olan ehl-i haktan kim zarar görmüş? Ve onun has talebelerinden kim belâ görmüş ki biz de göreceğiz ve o görmek ihtimaliyle telâş edeceğiz? Bu kardeşimizin binler uhrevî dostları ve kardeşleri var. Yirmi otuz senedir dünya hayat-ı içtimaiyesine tesirli bir surette karıştığı halde, onun yüzünden bir kardeşinin zarar gördüğünü işitmedik. Hususan o zaman elinde siyaset topuzu vardı. Şimdi o topuz yerine nur-u hakikat var. Eskiden 31 Mart hadisesinde çendan onu da karıştırdılar, bazı dostlarını da ezdiler. Fakat sonra tebeyyün etti ki, mesele başkaları tarafından çıkmış. Onun dostları, onun yüzünden değil, onun düşmanları yüzünden belâ gördüler. Hem o zaman çok dostlarını da kurtardı. Buna binaen, bin değil, binler ihtimalden birtek ihtimal-i tehlike korkusuyla bir hazine-i ebediyeyi elimizden kaçırmak, sizin gibi şeytanların hatırına gelmemeli” deyip, ehl-i dalâletin dalkavuklarının ağzına vurup tard etmelisiniz.

Hem o dalkavuklara deyiniz ki: “Yüz binler ihtimalden bir ihtimal değil, yüzden yüz ihtimalle bir helâket gelse, zerre kadar aklımız varsa, korkup, onu bırakıp kaçmayacağız.”

Çünkü, mükerrer tecrübelerle görülmüş ve görülüyor ki, büyük kardeşine veyahut üstadına tehlike zamanında ihanet edenlerin, gelen belâ en evvel onların başında patlar. Hem merhametsizcesine onlara ceza verilmiş ve alçak nazarıyla bakılmış. Hem cesedi ölmüş, hem ruhu zillet içinde mânen ölmüş. Onlara ceza verenler, kalblerinde bir merhamet hissetmezler. Çünkü derler: “Bunlar madem kendilerine sadık ve müşfik üstadlarına hain çıktılar; elbette çok alçaktırlar, merhamete değil tahkire lâyıktırlar.”

Madem hakikat budur. Hem madem bir zalim ve vicdansız bir adam, birisini yere atıp ayağıyla onun başını kat’î ezecek bir surette davransa, o yerdeki adam eğer o vahşî zalimin ayağını öpse, o zillet vasıtasıyla kalbi başından evvel ezilir, ruhu cesedinden evvel ölür. Hem başı gider, hem izzet ve haysiyeti mahvolur.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

çendan : gerçi
dalkavuk : maddî ve şahsî menfaatleri için zilleti kabul eden soytarı adam
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapmış olanlar, inançsız kimseler
ehl-i hak : hak ve doğru yolda olan kimseler
hakikat : asıl, gerçek, doğru
hayat-ı ebediye : sonsuz âhiret hayatı
hayat-ı fâniye : geçici dünya hayatı
hayat-ı içtimaiye : toplum hayatı
hazine-i ebediye : sonsuz bir servet, hazine
helâket : mahvolma, yok oluş
hizmet-i kudsiye : mukaddes, kudsî hizmet
hizmet-i Kur’âniye : Kur’ân hizmeti
hususan : özellikle
ihtimal-i tehlike : tehlike ihtimali
ihtiyar : irade, istek, tercih
kat’î : kesin
mânen : mânevî yönden
muhkem : sağlam, kuvvetli
mükerrer : tekrarlanan
müşfik : şefkatli
nur-u hakikat : hakikat nuru, ışığı
sadık : bağlı
suret : biçim, şekil
tahkir : aşağılama
tard etme : kovma, uzaklaştırma
tebeyyün etme : açığa çıkma, belli olma
uhrevî : âhirete dair, yönelik
zerre : çok küçük, az
zillet : alçaklık, aşağılık
Yükleniyor...