Enfüsî dairesinde gördüğü hakikati, büyük bir mikyasta onda da görür. Turuk-u hafiyenin çoğu bu yolla gidiyor. Bunun da en mühim esası enâniyeti kırmak, hevâyı terk etmek, nefsi öldürmektir.

İkinci meşrep âfâktan başlar, o daire-i kübrânın mezâhirinde cilve-i esmâ ve sıfâtı seyredip sonra daire-i enfüsiyeye girer. Küçük bir mikyasta, daire-i kalbinde o envârı müşahede edip, onda en yakın yolu açar. Kalb âyine-i Samed olduğunu görür, aradığı maksada vâsıl olur.

İşte, birinci meşrepte sülûk eden insanlar nefs-i emmâreyi öldürmeye muvaffak olamazsa, hevâyı terk edip enâniyeti kırmazsa, şükür makamından fahir makamına düşer, fahirden gurura sukut eder.

Eğer muhabbetten gelen bir incizap ve incizaptan gelen bir nevi sekir beraber bulunsa, “şatahat” namıyla haddinden çok fazla dâvâlar ondan sudur eder. Hem kendi zarar eder, hem başkasının zararına sebep olur.

Meselâ, nasıl ki bir mülâzım, kendinde bulunan kumandanlık zevkiyle ve neş’esiyle gururlansa, kendini bir müşir zanneder. Küçücük dairesini o küllî daire ile iltibas eder.

Ve bir küçük âyinede görünen bir güneşi, denizin yüzünde haşmetiyle cilvesi görünen güneşle bir cihet-i müşabehetle iltibasa sebep olur.

Öyle de, çok ehl-i velâyet var ki, bir sineğin bir tavus kuşuna nisbeti gibi, kendinden o derece büyük olanlardan kendini büyük görür ve öyle de müşahede ediyor, kendini haklı buluyor.

Hattâ ben gördüm ki, yalnız kalbi intibaha gelmiş, uzaktan uzağa velâyetin sırrını kendinde hissetmiş, kendini Kutb-u Âzam telâkki edip o tavrı takınıyordu. Ben dedim:

“Kardeşim, nasıl ki kanun-u saltanatın, sadrazam dairesinden tâ nahiye müdürü dairesine kadar bir tarzda cüz’î, küllî cilveleri var. Öyle de, velâyetin ve kutbiyetin dahi öyle muhtelif daire ve cilveleri var. Herbir makamın çok zılleri ve gölgeleri var. Sen, sadrazam-misal kutbiyetin âzam cilvesini, bir müdür dairesi hükmünde olan kendi dairende o cilveyi görmüşsün, aldanmışsın. Gördüğün doğrudur, fakat hükmün yanlıştır. Bir sineğe bir kap su bir küçük denizdir.”
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âfâk : dış dünya, gözle görülen âlem
âyine : ayna
âyine-i Samed : hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herkesin Kendisine muhtaç olduğu Allah’ın eserlerini gösteren ayna
cihet-i müşabehet : benzeme yönü, benzeyiş itibariyle
cilve : görünme, yansıma
cilve-i esmâ : Allah’ın isimlerinin varlık ve olaylardaki yansımaları
cüz’î : az, küçük, ferdî
daire-i enfüsiye : iç âlem
daire-i kalb : kalb dairesi
daire-i kübrâ : en büyük daire
ehl-i velâyet : veli kullar, Allah dostları
enâniyet : benlik
enfüsî : iç dünyamıza ait
envâr : nurlar, ışıklar
fahir : övünme
had : yetki, sınır
hakikat : doğru, gerçek
haşmet : büyüklük, heybet, görkem
hevâ : faydasız ve gelip geçici arzular
iltibas : karıştırma, karışıklık
incizap : cezbedilme, çekilme
intibah : uyanış
kânun-u saltanat : saltanat, hükümranlık kânunu
Kutb-u Âzam : en büyük kutup; bir çok Müslümanın kendisine bağlandıkları büyük evliyadan zamanın en büyük yol göstericisi
küllî : büyük, kapsamlı
meşrep : yol, hareket tarzı, metod
mezâhir : birşeyin göründüğü yerler, aynalar
mikyas : ölçek, ölçü
muhabbet : sevgi
muvaffak : başarılı
mülâzım : teğmen
müşahede etme : gözlemleme
müşahede etme : seyretme, gözlemleme
müşir : mareşal
nahiye : bucak
nam : ad
nefis : insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet
nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
nevi : tür, çeşit
nisbet : oran
sekir : mânâ alemindeki sarhoşluk, kendinden geçme
sudur etmek : çıkmak
sukut : alçalma
sülûk etmek : yola girmek; nefsi düzeltmek ve Allah’a mânevî olarak yaklaşmak amacıyla tasavvuf yoluna girme, mânevî yolculuğa çıkma
şatahat : mânevî sarhoşluk ve cezbe halindeyken söylenen şeriata aykırı sözler
telâkki etme : anlama, kabul etme
turuk-u hafiye : zikirlerini gizli ve sessiz yapan tarikatlar, Nakşibendîlik gibi
vâsıl olmak : ulaşmak, kavuşmak
velâyet : velîlik; mânevî mertebeler aşarak Allah’ın yakınlığını ve dostluğunu elde etme
Yükleniyor...