Âdâb-ı tarikat ve evrâd-ı tasavvuf, o ferâizin içindeki hakikî zevke medar-ı teselli olmalı, menşe olmamalı. Yani, tekkesi, camideki namazın zevkine ve tâdil-i erkânına vesile olmalı; yoksa, camideki namazı çabuk, resmî kılıp, hakikî zevkini ve kemâlini tekkede bulmayı düşünen, hakikatten uzaklaşıyor.

ÜÇÜNCÜ NÜKTE: "Sünnet-i Seniyye ve ahkâm-ı şeriat haricinde tarikat olabilir mi?” diye sual ediliyor.

Elcevap: Hem var, hem yok. Vardır; çünkü bazı evliya-yı kâmilîn, şeriat kılıcıyla idam edilmişler. Hem yoktur; çünkü muhakkıkîn-i evliya, Sâdi-i Şirazî’nin bu düsturunda ittifak etmişler:

مَحَالَسْتِ سَعْدِى بَرَاهِ صَفَا- ظَفَرْ بُرْدَنْ چُزْ دَرْ پَى مُصْطَفٰى

Yani, “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın caddesinden hariç ve onun arkasından gitmeyen, muhaldir ki, hakikî envâr-ı hakikate vasıl olabilsin.” Bu meselenin sırrı şudur ki:

Madem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyadır ve umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlâhîdir. Elbette, nev-i beşer onun caddesi haricinde gidemez; ve bayrağı altında bulunmak zarurîdir.

Ve madem ehl-i cezbe ve ehl-i istiğrak, muhalefetlerinden mes’ul olamazlar. Ve madem insanda bazı letâif var ki, teklif altına giremez; o lâtife hâkim olduğu vakit, tekâlif-i şer’iyeye muhalefetiyle mes’ul tutulmaz.

Ve madem insanda bazı letâif var ki, teklif altına girmediği gibi, ihtiyar altına da girmez, hattâ aklın tedbiri altına da girmez; o lâtife, kalbi ve aklı dinlemez.

Elbette, o lâtife bir insanda hâkim olduğu zaman —fakat o zamana mahsus olarak— o zat, şeriata muhalefette velâyet derecesinden sukut etmez, mâzur sayılır.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âdâb-ı tarikat : tarikat kaideleri, âdâbları
ahkâm-ı şeriat : şeriatın hükümleri, esasları
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
ehl-i cezbe ve ehl-i istiğrak : tarikat ve tasavvuf ehlinden olup zikir ve ibadetle kendinden geçip dünyayı unutanlar
envâr-ı hakikat : hakikat nurları, ışıkları
evliya-yı kâmilîn : olgun, kemâl ve fazilet sahibi olan Allah’ın velî kulları
evrâd-ı tasavvuf : tasavvuftaki virdler, zikirler
ferâiz : farzlar; Allah’ın kesinlikle yapılmasını emrettiği şeyler
hakikat : doğru gerçek
hakikî : asıl, gerçek
hâkim : hükmeden, idareci
Hâtemü’l-Enbiya : peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
ihtiyar : irade, seçme
kemâl : fazilet, iyilik, mükemmellik
lâtife : güzel ve ince mânâ
mahsus : has, özel
mazur : özürlü, mazeretli
medar-ı teselli : ferahlık sebebi, tesellî vasıtası, vesilesi
menşe : esas, kaynak, kök
muhakkıkîn-i evliya : Allah’ın velî kullarından gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler
muhal : imkânsız
muhalefet : zıt ve aykırı davranma
muhatab-ı İlâhî : Allah’a muhatap olan
mukàbil : karşılık
namına : adına
nev-i beşer : insanlar, insanlık türü
nükte : ince ve anlamlı söz
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
sukut etme : düşme, alçalma
Sünnet-i Seniyye : Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyet
tâdil-i erkân : namazı şartlarına uygun şekilde kılma ve rüku ve secde gibi temel esasların arasında biraz bekleme
tarikat : tasavvuf adıyla Allah’ı tanımaya ve iman esaslarını inkişaf ettirerek insanı mânevî olgunluğa götüren yol
tekâlif-i şer’iye : şeriatın yükümlülükleri, dinin emirleri
tekke : tarikat mensuplarının zikir ve ders için toplandıkları yer, mesken
teklif : sorumluluk, yükümlülük
umum : bütün
vâsıl : ulaşan, kavuşan
velâyet : velîlik; mânevî mertebeler aşarak Allah’ın yakınlığını ve dostluğunu elde etme
zarurî : zorunlu, gerekli
Yükleniyor...