Böyle ahmaklardan mühim bir mevkii işgal eden birisi demiş ki: “Biz Allah Allah diye diye geri kaldık; Avrupa top tüfek diye diye ileri gitti.”

“Cevâbü’l-ahmaki’s-sükût” kaidesince, böylelere karşı cevap sükûttur. Fakat bazı ahmakların arkasında bedbaht âkıller bulunduğundan deriz ki:

Ey biçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde otuz bin şahit, cenazeleriyle “El-mevtü hakkun” hükmünü imza ediyorlar ve o dâvâya şehadet ediyorlar. Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahitleri tekzip edebilir misiniz? Madem edemiyorsunuz; mevt Allah Allah dedirtir. Sekeratta Allah Allah yerine hangi topunuz, hangi tüfeğiniz, zulümat-ı ebedîyi o sekerattakinin önünde ışıklandırır, ye’s-i mutlakını ümid-i mutlaka çevirebilir?

Madem ölüm var, kabre girilecek, bu hayat gidiyor, bâki bir hayat geliyor. Bir defa top tüfek denilse, bin defa Allah Allah demek lâzım gelir. Hem Allah yolunda olsa, tüfek de Allah der, top da Allahu ekber diye bağırır, Allah ile iftar eder, imsak eder.

DÖRDÜNCÜ İŞARET

Tahribatçı ehl-i bid’a iki kısımdır.

Bir kısmı, güya din hesabına, İslâmiyete sadakat namına, güya dini milliyetle takviye etmek için, “Zaafa düşmüş din şecere-i nuraniyesini milliyet toprağında dikmek, kuvvetleştirmek istiyoruz” diye, dine taraftar vaziyeti gösteriyorlar.

İkinci kısım, millet namına, milliyet hesabına, unsuriyete kuvvet vermek fikrine binaen, “Milleti İslâmiyetle aşılamak istiyoruz” diye, bid’aları icad ediyorlar.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âkıl : akıllı olan
âsâyiş : kanun ve düzen hakimiyeti
bâki : devamlı ve kalıcı
bedbaht : kötü bahtlı, talihsiz
biçare : çaresiz, zavallı
binaen : dayanarak
cevâbü’l-ahmaki’s-sükût : ahmaklara verilecek en güzel cevap susmaktır
cüz’î : az, küçük, ferdî
ehl-i bid’a : dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışanlar
el-mevtü hakkun : ölüm haktır, gerçektir
güya : sanki
hakaik-i kâinat : kâinatın hakikatleri, doğruları ve gerçekleri
hususî : özel
ıtlak : isimlendirme, adlandırma
icad etme : var etme, ortaya çıkarma
imsak etme : oruca başlama, tutma
kaide : düstur, prensip
mâsadak : bir söz veya hükmü doğrulayan husus, doğrulayıcı
meczup : cezbeye kapılmış, kendinden geçmiş
menfi : olumsuz, negatif
mevhum : gerçekte olmadığı hâlde var sayılan
mevki : yer, konum
mevt : ölüm
muvakkat : gelip geçici
namına : adına
saadet-i hayatiye : hayatın mutluluğu
sadakat : bağlılık, sebat
sadık : doğru söyleyen
sekerat : ölüm ânı
sufî : tasavvuf ile uğraşanlar
sükût : sessizlik
şecere-i nuraniye : nurlu ağaç
şecere-i tûbâ-i İslâmiyet : bir tûbâ ağacı hükmünde olan İslâmiyet
şehadet : şahidlik, tanıklık
tahribatçı : yıkan, bozan
takviye etmek : kuvvetlendirmek
tekzip etme : yalanlama
terakki : ilerleme, yükselme
ulemâü’s-sû’ : kötü âlimler; geçici menfaatlar uğruna hakikatları gizleyen ve gerçekleri çarpıtan âlimler
unsuriyet : ırkçılık
ümid-i mutlak : sınırsız ümid bağlama
ye’s-i mutlak : tamamen ümidini kesme, yitirme
zaaf : zayıflık, kuvvetsizlik
zulümat-ı ebedî : sonsuz karanlıklar, cehennem
Yükleniyor...