Nasıl ki, وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا - وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا 1 âyeti işaret ediyor ki, kabz-ı ervâh eden, taife taifedir.

Bu mesleğe göre, Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm, Hazret-i Azrâil Aleyhisselâma değil, belki Azrâil’in bir avânesinin misalî cesedine, fıtrî celâletine ve hulkî celâdetine ve Cenâb-ı Hakkın yanında nazdar olmasına binaen, ona bir tokat aşk etmek gayet makuldür. HAŞİYE

Üçüncü meslek: Yirmi Dokuzuncu Sözün Dördüncü Esasında beyan edildiği gibi ve ehâdis-i şerifenin delâlet ettiği üzere, “Bazı melâikeler var ki, kırk bin başı var. Her başında kırk bin dili var (demek seksen bin gözü dahi var). Herbir dilde kırk bin tesbihat var.“

Evet, madem melâikeler âlem-i şehadetin envâına göre müekkeldirler, âlem-i ervahta o envâın tesbihatlarını temsil ediyorlar; elbette öyle olmak lâzım gelir. Çünkü, meselâ küre-i arz bir mahlûktur, Cenâb-ı Haktesbih ediyor. Değil kırk bin, belki yüz binler baş hükmünde envâları var. Her nev’in, yüz binler dil hükmünde efradları var, ve hâkezâ...

Demek, küre-i arza müekkel meleğin kırk bin, belki yüz binler başı olmalı ve her başında da yüz binler dil olmalı, ve hâkezâ...

İşte bu mesleğe binaen, Hazret-i Azrâil Aleyhisselâmın her ferde müteveccih bir yüzü ve bakar bir gözü vardır. Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâmın Hazret-i Azrâil Aleyhisselâma tokat vurması, hâşâ, Azrâil Aleyhisselâmın mahiyet-i asliyesine ve şekl-i hakikîsine değil ve bir tahkir değil ve adem-i kabul değil; belki vazife-i risaletin daha devamını ve bekàsını arzu ettiği için, kendi eceline dikkat eden ve hizmetine sed çekmek isteyen bir göze şamar vurmuş ve vurur.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Yemin olsun kâfirin ruhunu tâ derinliklerinden şiddetle söküp alanlara. Ve mü’minin ruhunu kolaylıkla alanlara.” Nâziât Sûresi, 79:1-2.
HAŞİYE : Hattâ memleketimizde gayet cesur bir adam, sekerat vaktinde melekü’l-mevti görmüş, demiş: “Beni yatak içinde yakalıyorsun!” Kalkmış, atına binmiş, kılıcını eline almış, ona meydan okumuş. Merdâne, at üstünde vefat etmiş.
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adem-i kabul : kabul etmeme, bir hüküm belirtmeme
âlem-i ervah : ruhlar âlemi
âlem-i şehadet : görünen âlem, dünya
aleyhisselâm : Allah’ın selâmı onun üzerine olsun
avene : yardımcı
bekà : devamlılık, süreklilik
beyan : açıklama, izah
binaen : dayanarak
celâdet : kahramanlık
celâlet : görkem, heybet
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
delâlet etme : delil olma, işaret etme
ecel : ölüm vakti
efrad : fertler, bireyler
ehadis-i şerife : hadisler; Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışlar
envâ : neviler, türler
fıtrî : doğal, yaratılıştan gelen
gayet : son derece
hâkezâ : böylece, bunun gibi
hâşâ : asla, öyle değil
haşiye : dipnot
hulkî : yaratılıştan
kabz-ı ervah : ruhları teslim alma
küre-i arz : yerküre, dünya
mahiyet-i asliye : asıl, gerçek mahiyet, özellik
mahlûk : yaratık
makul : akla uygun
melâike : melekler
melekü’l-mevt : ölüm meleği, Azrail
merdâne : mertçe
misal : örnek
müekkel : vazifeli, görevli
müteveccih : yönelik, yönelmiş
nazdar : nazlı, cilveli
nev’ : tür, çeşit
sed çekmek : engel olmak
sekerât : ölüm anı
şekl-i hakikî : gerçek şekil, biçim
tahkir : hakaret etme, aşağılama
taife : grup, topluluk
temsil : bir görevi yaparak yansıtma, gösterme
tesbih : Allah’ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tesbihat : tesbihler
vazife-i risalet : Peygamberlik vazifesi, görevi
Yükleniyor...