وَكَيْفَ اَخَافُ مَا اَشْرَكْتُمْ وَلاَ تَخَافُونَ اَنَّكُمْ اَشْرَكْتُمْ بِاللّٰهِ 1

diyen ve Kur’ân’ın takdirine mazhar olan Hazret-i İbrahim’in (a.s.) ittibâına mükellef olduğumuza işaret eden مِلَّةَ اِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا مُسْلِمًا2 sırrına mazhar olduğumuzu bilmeliyiz.

Saniyen: Bana karşı umumen dost bir şehir ahalisinden bir müftü, sathî bir nazarla, vâhî bazı tenkidâtı, Onuncu Sözün teferruat kısmına etmiş diye Abdülmecid yazıyor. Abdülmecid’in ona verdiği cevaplar, iki yer müstesna, mütebâkisi kâfidir. Fakat iki yerde, o da o zatın sathî sualine, sathî olarak cevap vermiş:

Birincisi: O zât demiş ki: “Onuncu Sözün Hakikatleri münkirlere karşı değil. Çünkü sıfât ve esmâ-i İlâhiyeye binâ edilmiş.” Abdülmecid cevabında diyor ki: “Münkirleri Hakikatlerden evvelki dört İşaretle imana getirmiş, ikrar ettirmiş. Sonra Hakikatleri dinlettiriyor” meâlinde cevap vermiş. Hakikî cevabı şudur ki:

Herbir Hakikat, üç şeyi birden ispat ediyor: Hem Vâcibü’l-Vücudun vücudunu, hem esmâ ve sıfâtını; sonra haşri onlara bina edip, ispat ediyor. En muannid münkirden, tâ en hâlis bir mü’mine kadar herkes, her Hakikatten hissesini alabilir. Çünkü, Hakikatlerde, mevcudata, âsâra nazarı çeviriyor. Der ki:

Bunlarda muntazam ef’al var. Muntazam fiil ise fâilsiz olmaz. Öyleyse bir fâili var. İntizam ve mizanla o fâil iş gördüğü için, hakîm ve âdil olmak lâzım gelir. Madem hakîmdir; abes işleri yapmaz. Madem adaletle iş görüyor; hukukları zayi etmez. Öyleyse bir mecma-ı ekber, bir mahkeme-i kübrâ olacak.

İşte Hakikatler, bu tarzda işe girişmişler. Mücmel olduğu için, üç dâvâyı birden ispat ediyorlar. Sathî nazar fark edemiyor. Zaten o mücmel Hakikatlerin her birisi, başka risaleler ve Sözlerde kemâl-i izahla tafsil edilmiş.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Siz Allah’a ortak koşmaktan korkmazken, ben mi sizin ortak koştuklarınızdan korkacağım?” En’âm Sûresi, 6:81.
2 : Bâtıl dinlerden uzak, İbrahim’in İslâm dinine uy!
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âdil : adaletli
ahali : halk
âsâr : eserler, varlıklar
bina etmek : dayandırmak, inşa etmek
dâvâ : iddia
ef’âl : fiiler, işler
esmâ : isimler
fail : işi yapan, özne
hakikat : esas, gerçek
hakikî : asıl, gerçek
hakîm : bilgili, hikmetli
hâlis : samimi, içten
haşr : yeniden diriliş; insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanması
ikrar : kabul etme, doğrulama
intizam : düzen, tertip
ittiba : tabi olma, uyma
kâfi : yeterli
kemâl-i izah : tam ve mükemmel bir açıklama
mahkeme-i kübrâ : âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme
mazhar : erişme, nail olma
meâl : anlam, mânâ
mecma-ı ekber : çok büyük toplanma yeri
mevcudat : varlıklar
mizan : ölçü, denge
muannid : inatçı
muntazam : düzenli, tertipli
mücmel : kısa, özet
mükellef : yükümlü
münkir : inanmayan, inkar eden
müstesna : hariç
mütebâki : geri kalan kısım
nazar : bakış, düşünce
risale : mektup; Risale-i Nur’daki bölümler
saniyen : ikinci olarak
sathî : sığ, yüzeysel
sıfât ve esmâ-i İlâhiye : Allah’ın isimleri ve sıfatları
sıfât : nitelikler, özellik
tafsil etmek : açıklamak
teferruat : ayrıntılar
tenkidât : tenkitler, eleştiriler
umumen : genellikle
vâhî : boş, anlamsız
vücud : varlık, var oluş
zayi : ziyan, kayıp
Yükleniyor...