Hem hiç mümkün müdür ki, hadsiz envâ-ı nimetiyle kendini zîşuurlara sevdirsin ve hadsiz mu’cizât-ı san’atıyla kendini onlara tanıttırsın; sonra onların şükür ve ibadetlerini, hamd ve muhabbetlerini, marifet ve minnettarlıklarını esbaba ve tabiata terk edip ehemmiyet vermesin, hikmet-i mutlakasını inkâr ettirsin, saltanat-ı rububiyetini hiçe indirsin? Yüz bin defa hâşâ ve kellâ!

Hiç mümkün müdür ki, bir baharı halk edemeyen ve bütün meyveleri icad edemeyen ve yeryüzünde sikkeleri bir olan bütün elmaları inşa edemeyen, onların bir misal-i musağğarı olan bir elmayı halk edip ve o elmayı nimet olarak birisine yedirsin, şükrünü kazansın, Mahmud-u bi’l-Itlaka hamd noktasında iştirak etsin? Hâşâ!

Çünkü, bir elmayı halk eden kim ise, bütün dünyaya gelen elmaları icad eden yine O olabilir. Çünkü sikke birdir. Hem elmaları icad eden kim ise, bütün dünyada medar-ı rızık olan hububat ve semerâtı halk eden yine Odur.

Demek, en küçük cüz’î bir zîhayata en cüz’î bir nimeti veren, doğrudan doğruya kâinatın Hâlıkıdır ve Rezzâk-ı Zülcelâldir. Öyle ise, şükür ve hamd, doğrudan doğruya Ona aittir. Öyle ise, hakikat-i kâinat, daima hak lisanıyla der: لَهُ الْحَمْدُ مِنْ كُلِّ اَحَدٍ مِنَ اْلاَزَلِ اِلَى اْلاَبَدِ 1

ALTINCI KELİME

يُحْيِى Yani, hayat veren yalnız Odur. Öyle ise, herşeyin Hâlıkı dahi yalnız Odur. Çünkü, kâinatın ruhu, nuru, mayası, esası, neticesi, hülâsası hayattır. Hayatı veren kim ise, bütün kâinatın Hâlıkı da Odur. Hayatı veren elbette Odur, Hayy u Kayyûmdur.

İşte, şu mertebe-i tevhidin burhan-ı âzamına şöyle işaret ederiz ki:

Başka bir Sözde izah ve ispat edildiği gibi, zemin yüzünün sahrâsında çadırları kurulmuş gayet muhteşem zîhayatlar ordusunu görüyoruz.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her kimden gelirse gelsin ve kime giderse gitsin, ezelden ebede bütün hamdler Ona mahsustur.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

bürhân-ı âzam : en büyük burhan, delil
cüz’î : ferd; az
ehemmiyet : önem
esbab : sebepler
gaib : görünmez, gizli
hadsiz : sınırsız
hakikat-i kâinat : kâinatın iç yüzündeki hakikat, gerçek
Hâlık : herşeyi var eden yaratıcı Allah
halk etme : yaratma
hamd : övgü ve şükür
hâşâ ve kellâ : asla ve asla, kesinlikle öyle değil
hayvanât : hayvanlar
Hayy u Kayyûm : her an diri olan ve herşeyi ayakta tutan Allah
hikmet-i mutlaka : sınırsız hikmet; yaratılıştaki gaye, herşeyin yerli yerinde ve anlamlı oluşu
hububat : tohumlar, taneli bitkiler
hülâsa : esas, özet
ibadet : Allah’a kulluk
icad : var etme, yaratma
inşa etme : bina etme, yapma
iştirak etme : ortak olma, katılma
izah etme : açıklama
lisan : dil
Mahmud-u bi’l-Itlak : sınırsız olarak hamdedilmeye ve övülmeye lâyık olan Allah
marifet : bilme ve tanıma
medâr-ı rızık : rızkın sebebi
mertebe-i tevhid : Allah’ın bir olduğunu gösteren mertebe
minnettarlık : bir iyilik karşısında kendini borçlu hissetmek
misal-i musağğar : küçültülmüş örnek
muhabbet : sevgi
nebâtat : bitkiler
nimet : iyilik, lütuf, ihsan
nur : aydınlık, ışık
Rezzâk-ı Zülcelâl : bütün yaratıkların rızkını veren heybet ve yücelik sahibi Allah
sahra : çöl, meydan
saltanat-ı rububiyet : Allah’ın herşeyi terbiye edişinin egemenliği
semerât : meyveler
sikke : mühür, damga
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
tabiat : canlı cansız bütün varlıklar; doğa; maddî âlem
taife : grup, topluluk
zîhayat : hayat sahibi, canlı
ziyade : çok, fazla
Yükleniyor...